Kızıllığın
şairi Ahmet Haşim, o zamanlar Osmanlı topraklarında olan
Bağdat'ta doğmuş. Unutulmuş coğrafyada doğmanın laneti peşini
hayatı boyunca bırakmamış. Arkadaşları tarafından "Arap
Haşim" diye dışlanırken o, Çanakkale Savaşı patlak
verdiğinde kimseye söylemeden koşa koşa cepheye gitmiş; belki de
onlardan daha büyük bir vatanperverlikle savaşmış.
Haşim'in ailesi
yaşadığı dönemin ileri gelenlerinden olsa da kaymakam babası
yüzünden eğitimi düzenli değildir. Ta ki Galatasaray Lisesi'ne
gelene kadar...
Ne kadar coğrafya
değiştirirse değiştirsin Bağdat şiirlerinde hep vardır. Bazen
açık açık Dicle kıyılarında dolaşan Haşim, bazen onu
çağrıştıran semboller kullanır. Türk Edebiyatı için
öneminden söz etmeden önce onun trajedisinden söz etmek istiyorum: Hastalığı yüzünden erkenden kaybettiği annesi.
Haşim annesini
12 yaşında kaybetmişti, yani ona en çok ihtiyaç duyduğu
dönemde. Artık anne onun için Dicle kıyılarında gezinti yaptığı
bir kadından çok şiirlerinde yer verdiği ilaheydi. Bu yüzden
şiirlerini açıklarken mutlaka bir yerlerde annesini anımsatacak
bir şey arıyoruz, ki genellikle de buluyoruz. Aslında Haşim
şiirlerinin açıklanmasına karşı. "Şiirde anlam
aranmaz, şiiri oluşturan güzelliktir, ruhtur, estetiktir,
duygudur; anlam değil!" der."Şiir Hakkında Bazı
Mülahazalar" adlı makalesinde de bu konudan uzun uzun
söz eder.
Eğitim hayatına
geri dönelim, Mekteb-i Sultani ( Galatasaray Lisesi ) onun düzensiz
eğitim hayatının son durağı olur. Yatılı olarak devam ettiği
okulda döneminin en ünlü şair-hocalarından ders alır. ( Tevfik
Fikret, A. Hikmet Müftüoğlu vb. ) İlk şiirini yazması da bu
döneme denk gelir. Fecr-i Ati topluluğunun sadık bekçisi "Leyal-i
Aşkım" ı Mecmua-i Edebiyye'de yayımlar. Şiirde açık
şekilde Divan Edebiyatı etkisi görülür. Kırmızı renk Şeyh Galib'ten etkilendiğini gösterir. Okulun son sınıfında
Fransızca öğrenir. Hayal dünyasındaki değişim böyle başlar.
Haşim, yaşadığı evreni farklı şekilde görür. Onun dünyasındaki
renkler önce Servet-i Fünun etkisiyle mavi ve sonra siyah olsa da
olgunlaştıkça kırmızı ve sarıya döner. Bağdat'ın sıcağı
gündüz yüzü göstermez Haşim'e. Akşam ve akşam kızıllığı
bu yüzdendir. Hatta, 1921 yılında yukarıda alıntıladığım "Bir
Günün Sonunda Arzu" şiiri yayımlandığı zaman
kıyametler kopar. Göllerde kamış olma isteği şiirde yer
alabilir mi? Bir insan neden akşam vakti gölde kamış olmak ister
ki ?
Tartışmalar
büyür, Haşim açıklamak için "Şiir Hakkında Bazı
Mülahazalar" makalesini yazar. Ama kimse anlamaz şiirdeki yok
olma isteğini. Haşim'in doğada kaybolmayı dilediğini
duyumsayamazlar. Eleştirenlerin ilgilendiği şey "anlamsızlığı"dır.
Oysa şiir anlamsız değildir! Sadece Haşim'in anlayabileceği
derinliktedir.
Her şeye rağmen
edebiyata yeni bir soluk getirir o, çağdaş şiirin hayallerinin
temellerini atar. Fecr-i Ati'den teker teker ayrılıp Milli Edebiyat
akımına karışan yol arkadaşlarının tersine o 'anlamsız'
şiirler yazmaya devam eder. İlaheleriyle kırmızı semaya bakarak
göl kıyısındaki kendi evreninde dolaşır.
"Ağır
ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi
bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak"
Düzyazıları da vardır
kendisinin. Ama ne hikmettir ki bambaşka bir Haşim vardır orada.
Duygusal Haşim'den eser yoktur. Bir yazısında, süslü uzun
küpeler takıp kürk giyen kadınlara bodur tavuk yakıştırması
yapar. Ayrıca çalışan kadınlara da tahammül edemez. Çünkü
kadınlar gittikçe erkeklere benzemekte ve çirkinleşmektedirler.
“Tırnaklarını
uzatıp sivrilten ve vücudu baştanbaşa tüylü göstermek isteyen
kadın, belli ki insandan başka bir hayvana benzemek için
uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma eğiliminin
sebebleri ne olsa gerek? " ( BİZE
GÖRE / Kürk )
Hazır kadından söz
açılmış, yazımın sonlarına da gelmişken, biraz çapkın
Haşim'den söz etmek istiyorum. Şair hayatının son dönemlerinde, sırf arkasından ağlayan biri olsun diye arkasında gözü yaşlı
bir kadın bırakmak için evlenir. (Kendi açıklaması bu
şekilde). Gençlik dönemlerinde Güzel Sanatlar Fakültesi'nde
Estetik ve Mitoloji hocalığı da yapan Haşim estetik kaygısı
olan bir insandı. Bir gün sevgilisiyle buluşmaya gider. Gözüne sevgilisinin taktığı broş takılır. Ona göre çok zevksiz bir parçadır. O broşu çirkin bulduğu için sevgilisini terk eder. Estetik kaygısının ilk vakası olmadığı gibi son da
olmaz. Bir başka olay şu şekilde anlatılır: Nişanlısının evine
yemeğe davetlidir. Akşam yemeği yenir her şey güzeldir. Yemekte
dolma vardır, Haşim yemeği çok beğenir. Yemek biter evine doğru
gitmek için hazırlanırken kayınvalidesi eline içinde dolma olan bir poşet
tutuşturur. Klasik Türk
misafirperverliği değil mi? Haşim için değildir. Çünkü
Beyoğlu'nu elinde poşetle dolaşmak zorunda olması hiç estetik
değildir. Bu da nişanı atması için gerekli sebeptir.
Küçükken Arapça dışında dil
bilmediği için dışlansa da, o Türkçe'nin en güzel şiirlerini
yazdı. Sembolizm dışında Empresyonizm ve Parnasizm akımı dahilinde eserler verdi. En
güzeli, akşam güneşine yazılan şiirlerin hiçbiri onun
şiirleri kadar güzel olmadı.
Türkiye’de ilk kez geçtiğimiz yıl düzenlenen, genç video sanatçılarını bir araya getiren tek gecelik, deneysel video sergisi “Kendin Çek, Kendin Göster” 4 Eylül Cuma 19.00-23.00 arası Pera Müzesi’nde yapılacak.
Pera Cafe’de gerçekleşecek etkinlik ücretsiz.
2010 yılından bu yana dünyanın çeşitli şehirlerinde düzenlenen BYOB’nin İstanbul’daki ikinci etkinliği, popüler ve ana akım sanat ortamına alternatif yönleriyle öne çıkan işlere yer veriyor. Fatma Çolakoğlu ve Ulya Soley tarafından kurulan bağımsız bir insiyatif olan Maybe Art Projects’in sunduğu seçkide yer alan sanatçılar: Zafer Akşit, Bahadır Arıcı, Nurhan Avcı, Eray Dinç, Lara Kamhi, Fikret Karaman, Onur Kemal Kösedağ, Nazlı Tuhera Moral, Ergin Soyal, Berkay Tuncay, Kubilay Ural, Müge Yıldız, Bahar Yürükoğlu, Wounded Wolf Press.
İlk
uzaylı filmini kim yaptı biliyor musunuz ya da hiç merak ettiniz mi? Uzaylılar
sinema ile ortaya çıkan bir kurgu olmamakla birlikte, ilk çağlardan beri
her zaman bir merak konusuydu. Uzay araştırmalarının temelinde uzayda
yaşam var mı sorusu bulunmaktadır. Bu merak sayesinde insanlık da hep ‘acaba’ kuşkusu
içinde kalmıştır. Uzaylılara inananlara hep ‘deli’ denmiştir ama uçsuz bucaksız
bir evrende sadece bizim yaşadığımıza inanmak esas deliliktir bence. Benim gibi
düşünen de çok ki gerek kurgu yaparak gerek inanarak uzaylılar hakkında yazmış çizmiş.
Merak tabanlı bu düşünce, kitaplara konu oldu ve kitaplardan perdelere taşındı.
İlk uzaylı filmi denince akla 1900’ler ortası gelir belki ama esasen 1900’ün
direkt başıdır.
Jules
Verne’nin kitabını perdeye dökmeye karar veren George Melies, 1902’de Aya
Yolculuk filmini çekti ve sinema tarihindeki ilk uzaylılar bu filmde gözüktü. Tabii
Melies ilk yaratıkların ve şeytanların da üreticisidir ama ona başka bir yazıda
değineceğim. Melies ile başlayan bu uzay serüveninden sinemacılar binlerce konu
türettiler. Kimisi uzay ve uzayın derinlikleri hakkında felsefik filmler yaptı:
Stanley Kubrick-Space Odyssey gibi. Kimisi uzaylıların ‘biz dostuz’ diye
geldiği ve beyinlerimizi yemeye çalıştığı filmler yaptı: Skyline ya da War of the Worlds. Kimisi de uzay ve
zaman alakalı bilimsel terimlerle dolu, anlaması zor ama görsel ve aksiyon
bakımından izlemesi eğlenceli filmler yaptılar: Contact ya da Interstellar.
Melies
ile başlayan bu serüvende ‘uzaylı filmleri’ diye bir kavram oluştu. Misal sinemaya gideceğimiz zaman uzaylı filmine gidiyorum diye gidiyoruz. Peki bu
temanın örnekleri nasıl filmlerdi ve ne anlatıyorlardı? Bazı yönetmenler ‘beyin yiyen uzaylılar’ algısından çıkarak olayı çok başka noktalara taşıdı ki
bu taşıyanlar zaten kült olarak adlarını sinema tarihine yazdırdılar. Ben de
diyorum ki gelin size birkaç tane kaliteli uzaylı filmi sayayım da bir gün
izlemek isterseniz buradan seçip izlersiniz. Lakin uyarıyorum: felsefik ya da
uzay-zaman içeren filmlerden bahsetmiyorum. Tamamen içinde ‘uzaylı’ bulunan
filmlerden bahsediyorum. Kimisi dost, kimisi düşman olanlardan. Hadi bakalım...
The
Fourth Kind
Yönetmen:Olatunde Osunsanmi
Tarih: 2009
Uzaylı içeren filmler arasında en iyi olabileceklerden biridir Fourth Kind. Alaska’da bir şehirde
insanlar geceleri kalkıyor fakat neler yaptıklarını hatırlamıyorlar. Bunu öğrenmek için de
psikoloğa gidip hipnoz tedavisi olunuyor. Hipnoz edilen hastalar hatırlamadıkları
anılarına kavuşuyor lakin gördükleri şeyler, unuttuklarına şükredecekleri
türden olduğu için kafayı yiyorlar. Başrolünde Resident Evil’dan tanıdığımız Milla Jovovich'in oynadığı, iddiaya
göre gerçek bir hikayeye dayanan filmin yarısı film görüntüsü yarısı da iddia
ettikleri gerçek görüntülerden oluşuyor. Mila Jovovich, görüntülerde gördüğümüz
psikoloğu canlandırıyor. Hipnoz ettiği ve deliren hastalarının peşinden koşarken başından geçenleri izliyoruz filmde.
Extraterrestrial
Yönetmen: Colin Minihan
Tarih: 2014
Slasher
filmleri sever misiniz? Hani bir grup genç kamp yapmaya gider ve tek tek ölür.
Bu film, slasher filmlerin en üst çıtası gibi. Bir grup genç kampa gidip uzaylılar
tarafından tek tek öldürülüyor. Büyük bir şirketin yapımı olsa da mükemmel sayılabilecek film, yer yer senaryo eksikleri yüzünden ortalamada kalmış lakin filmde
görsel efekt, oyunculuk ve aksiyon gırla, çok iyi kotarmışlar. Uzaylıların
kampa gelen gençleri tek tek öldürmesini izlemek isterseniz buyrun ekran
başına. Ama uyarayım, hikaye hiç de düşündüğünüz gibi değil.
District 9
Yönetmen: Neill Blomkamp
Tarih: 2009
District 9, bu listenin bir numarası olabilecek kadar kaliteli ve farklı bir uzaylı
filmi. Yapımcılığını Peter Jackson'ın yaptığı film normalde alıştığımız, beyinlerimizi yemeye gelen uzaylılar tarzında değil. Uzaylılar yıllar önce bir sebepten ötürü Johannesburg City'ye iniş yapmıştır. Ve aynı sebepten ötürü ayrılamamaktadırlar. Şehirde, kaldıkları bölge ‘yasak
bölge’ olarak ilan edilir. Bu sınırla birlikte halk, uzaylılar ile beraber yaşamaya başlar. Ttam 28 yıl boyunca. Uzaylılar devlet tarafından kontrol edilmeye başlanır hatta kontrolle kalmaz
onlardan vergi toplama girişimleri söz konusu olur. Filmi farklı kılan yanı, uzaylıların insanlar tarafından
eziliyor olması ve haraca bağlanmış olması. Üstün bir ırk olmayan uzaylılar, ne
kadar insanoğlundan farklı ve güçlü olsalar da zalim insan karşısında madur
durumdadır.
E.T.
Yönetmen: Steven Spielberg
Tarih: 1982
Yolunu
kaybetmiş uzaylı temasının en meşhur ve en güzel örneklerinden biri.
Spielberg’ün yönetmenliğini yaptığı filmde ağır derecede ‘çocuk’ ve ‘şefkat’
teması var. Uzaylılar ile dostluk, kardeşlik mesajları filmin neredeyse her
anında var. Keza District 9 gibi bu filmde de insanlığın çirkin yüzü vurgulanıyor. Aksiyondan çok eğlenceli ve duygusal bir uzaylı filmi E.T. Hala
izlemeyeniniz varsa, ailecek izlemeye birebirdir.
Dark Skies
Yönetmen: Scott Stewart
Tarih: 2013
Dark
Skies bu listedeki en güzel filmlerden biridir. Tipik uzaylı kaçırma hikayesi
olan Dark Skies’ı farklı kılan şey, git gide artan belirsizlik ve gerilimi. Bir
ailenin evinde -her zaman olduğu gibi- doğaüstü olaylar olmaya başlar. Her gece kalktıklarında çok
enteresan manzaralarla karşılaşmaya başlarlar. Zaman ilerledikçe enteresan şeyler
kötü olaylara sebebiyet verir. Anlatsalar kimse inanmaz, polis çağırsan bir şey
yapamaz; aile kendi başına olayı çözmeye çalışır. Tipik bir kaçırma hikayesi
olsa da, seyirciyi geren kaliteli bir film diyebilirim.
The Thing From Another World
Yönetmen: Christian Nyby, Howard Hawks
Tarih: 1951
Amerikalılar
bir ara uzaylı filmlerine fena sarmış. 60’larda 70’lerde efsane uzaylı filmler
çekmişler. Bu film de bunların arasında. Nereden geldiği belli olmayan bir meteor
dünyaya düşer ve kahraman askerlerimiz ona bakmaya gider lakin meteorun içinden
bir şey çıkmış hatta uzaklaşmıştır ve tabii ki bu çıkan şey daha sonra onlara saldıracaktır.
Başarılı bir film mi? Hayır. Eğlenceli mi? Evet. Dışarıda insanı ortadan
ikiye ayırabilecek bir uzaylı varken içeride kart oynayıp çay içen adamların
olduğu bir filmden bahsediyoruz. Ah eskiler ah.
War of the Worlds
Yönetmen: Steven Spielberg
Tarih: 2005
Eminim ki izlemeyeniniz yoktur. Tom Cruise’un oynadığı dönemin en meşhur uzaylı
filmidir War of the Worlds. Diğer uzaylı filmlerinden farkı ise şudur: Uzaylılar
gökten bir anda gelmezlermiş, meğersem onlar zaten hep buradalarmış. Yüzyıllar
önce yer altına yerleştirdikleri gemiler gün yüzüne çıkar ve dünyadaki herkesi
tek tek öldürmeye başlar. Amaçları; tabii ki dünyayı yok etmek ve bizleri köle yapmak. Aksiyon ve görsel olarak aşırı derecede eğlenceli bir film, fazlası
yok. Eğlenmek için birebir.
Invasion of the Body Snatchers
Yönetmen: Don Siegel
Tarih: 1956
Uzaylı filmi furyasının en başarılı versiyonu. Keza acaba
bir mesaj mı veriyorlar dediğim uzaylı filmlerinden. Mahalledeki bazı insanlar
kaybolmaya başlar sonra da geri dönerler. Ama döndüklerinde eskisi gibi
davranmazlar. Ruhsuz ve duygusuzdurlar. Bu insanlara acaba ne oluyor? Aynı filmin bir de 1978 versiyonu vardır lakin o filmi izlemediğim için buraya koyamıyorum.
Prometheus
Yönetmen: Ridley Scott
Tarih: 2012
Prometheus’u
da diğer uzaylı filmlerinden ayırmak gerek çünkü bu filmde onlar bize değil biz
onlara gidiyoruz; hem de isteyerek. Dünyadan, uzayda bir gezegene giden gemiye
konuk olduğumuz filmde mürettebat ‘yaratıcı’ adını taktıkları varlıkları
aramaktadır. Onlara göre insanoğlu uzaylıları yıllardan beri görmektedir. Hatta
insanoğlunun başlangıcının da sebebi bu uzaylılar olabilir. Ridley Scott
gibi büyük bir ismin yönetmenliğini yaptığı filmde ünlü oyuncular da yer
alıyor. Felsefik yanının çok ağır basması, yaratılış
üzerine enteresan tespitleri ve yaratıcı denilen uzaylıların varlıkları filmi sürükleyici kılıyor. Büyük
bir kesim tarafından beğenilen film aynı şekilde bir kesim tarafından da
beğenilmedi. Sanırım beyin yiyen uzaylılar olmadığı ve daha çok felsefik bir film
olduğu için.
Battle of Los Angeles
Yönetmen: Jonathan Liebesman
Tarih: 2011
Büyük
beklentiler ile vizyona girip vasatlığı ile nam salmış bir uzaylı istilası
filmi. War of the Worlds’ün daha cafcaflısı gibi yapılmaya çalışılmış ancak insanlık
ile uzaylılar arasındaki savaşı anlatmaya çalışan film maalesef başarılı olamadı
ve savaş sahneleri haricinde akılda hiçbir şey bırakmadı. Yine de eğlenceli bir film mahiyetinde izlenebilir ama maalesef vasat olduğunu bilmenizi
isterim. He, bir de içinde Michelle Rodriguez var.
Slither
Yönetmen: James Gunn
Tarih: 2006
Uzaylı
komedisi nasıl bir şey oluyor diye merak ediyorsanız izleyebilirsiniz. Man in
Black ve Dude Where Is My Car sonrası izlediğim ilk uzaylı komedisi. Kadrosunda
kısmen ünlü isimleri bulunduran film, uzaydan ‘gene’ meteor sonucu gelen ve
insan bedenine yerleşen bir uzaylı istilasını anlatıyor. İnsan bedenini ele
geçiren uzaylı lideri, sülükleri ile bütün kasabayı uzaylı yapmaya çalışıyor.
Bizim cesur Amerikalı kasaba polislerimiz de onlara karşı savaş veriyor.
Açıkçası izlemesi sıkıcı olmayan, gayet hoş bir uzaylı filmi diyebilirim.
Denemek isterseniz bir şey kaybetmezsiniz.
Under the Skin
Yönetmen: Jonathan Glazer
Tarih: 2013
Diğer
uzaylı filmleri gibi olmayan bir başka uzaylı filmi. Hatta bunu okumanız
sakıncalı olduğu için çok fazla spoiler vermeden kısadan geçeceğim: Dünyamıza
gelen bir uzaylı, erkekleri seks vaadi ile kandırıp neresi olduğu belli
olmayan bir hapishaneye kapatmaktadır. Kadın, Erkek ve İlişkiler üzerine çok
sert mesajlar veren film, uzaylı temasını bir metafor olarak kullanmış ve
fazlasıyla da başarmış. Başrolünde Scarlett Johansson’ın oynadığı film ağır
ilerlese de alt metinlerle dolu sağlam bir uzaylı filmi.
The World’s End
Yönetmen: Edgar Wright
Tarih: 2013
Uzaylı
komedisi olmasına rağmen o kategoriye koymayacağım çünkü, ben bu filme İngiliz tipi
Uzaylı istilası diyeceğim. Başrollerinde Simon Pegg, Nick Frost ve Martin
Freeman gibi önemli isimlerin olduğu filmin konusu da diğer filmlere nazaran
çok enteresan. Çocukluk arkadaşı olan 5 kişi, gençken yapamadıkları bir
maratonu tamamlamak için toplanır. Kasabada bulunan bütün barlara tek tek
uğrayıp birer bira içmeleri gereken ekip bunu gençken başaramamıştır. Şimdi
hepsi 40’larına dayanmıştır ve bu maratonu tamamlamaya kararlıdırlar. Yalnız
kasaba uzaylı istilası altındadır ve ekip istilaya rağmen maratonu tamamlamaya
çalışmaktadır. Hem güldüren hem de aksiyonu sonuna kadar yaşatan sevimli bir
film. Eğlenmek için bire bir.
This Is the End
Yönetmen: Evan Goldberg
Tarih: 2013
Bir
uzaylı istilası filmi daha. Yalnız bu film diğer bütün uzaylı filmlerinden
farklı. Uzaylı komedisi olmasına karşın filmde oynayan karakterlerin hepsi
kendini oynamaktadır. Filmde James Franco, Jonah Hill, Seth Rogen, Jay
Baruchel, Danny McBride, Craig Robinson, Michael Cera, Emma Watson, Rihanna
gibi isimler var ve hepsi kendini oynuyor. Jay Baruchel ve Seth Rogen, James
Franco’nun kendi evinde verdiği bir partiye katılırlar ve parti devam ederken
şehir uzaylılar tarafından istila edilmeye başlar. Filmi komik kılan şey
oyuncuların kendilerini oynuyor olması. Sürekli birbirlerini satmaları, laf
sokmaları, zenginliklerinden bahsetmeleri filmi komik kılıyor. Eğlenceli ama
tipik bir Amerikan komedisi.
Signs
Yönetmen: M. Night Shyamalan
Tarih: 2002
Mel
Gibson ve Joaquin Phoenix gibi büyük isimlerin oynadığı oldukça ‘gizemli’ bir
uzaylı filmi. Graham bir gün uyandığında tarlasında farklılık olduğunu görür. Kuş
bakışı bakıldığında bir tür işaret, Graham’ın tarlasının tam ortasına
çizilmiştir. Bu işaret sonrası Graham ve ailesinin başına enteresan olaylar
gelmeye başlar. Sadece bunlarla kalmaz, bütün dünyada ilginç olaylar ardı sıra gelişir. Kimsenin göremediği uzaylı gemileri dünyanın her bir
yerinde gökyüzünde durmaktadır ve bu uzaylı gemilerinden biri Graham’ın
tarlasının civarındadır. Oldukça ‘iyi’ diyebileceğim, kaliteli bir uzaylı filmi
Signs.
Skyline
Yönetmen: Colin Strause, Greg Strause
Tarih: 2010
Sebebi bilinmez, harika bir kıyamet senaryosuna ve muhteşem efektlerine rağmen Skyline pek sevilmedi. Temelini Stephan Hawking'in 'uzaylılar ile iletişim kurmayın' sözünden alan film, uzaylı istilası senaryosunu en korkunç şekilde yansıtmayı başarmış bir de üstüne harika efektler ile donatılmış. Ülkemizde de billboard'larda reklamı epey yapılmış olmasına rağmen kimsenin aklında kalmamış. Yinede sağlam bir uzaylı filmi izlemek istiyorum diyorsanız bence Skyline tam size göre.
The Darkest Hour
Yönetmen: Chris Gorak
Tarih: 2012
The
Darkest Hour uzaylı istilası filmlerinden biri; yalnız hepsinden farklı. Öncelikle film Rusya'da geçiyor. Bir de uzaylıların fiziki bir karşılıkları yok. Hepsi birer ışık kütlesinden oluşmakta.
Gece yarısı gökyüzü aydınlanır ve dünyaya ışık süzmeleri iner. Dışarıdan
bakınca sevimli görünen bu ışık süzmeleri insanları yok eden bir predatör
ordusudur. Fiziki bir şekillerinin olmayışı ve gündüzleri gözükmeyişleri filmi ilginç
kılıyor. He bir de elektriği emiyorlar. Mükemmel mi? Değil ama izlenebilir, denenebilir.
The Indipendence Day
Yönetmen: Roland Emmerich
Tarih: 1996
Ülkemizde
Kurtuluş Günü adıyla vizyona giren ve muhtemelen televizyonda izlediğiniz bir film.
Başrolünde Will Smith’in oynadığı tam ama tam bir uzaylı istilası filmi. Hatta bu filmi
uzaylı istilası filmlerinin miladı bile sayabiliriz. Şehrin tepesine çöken bir
uzay gemisi bütün insanlığı tehdit etmektedir bu sebeple insanlık ile uzaylılar
arasında muhteşem bir savaş başlar. İzlerken asla sıkılmayacağınız, gayet
keyifli bir film The Indipendence Day.
Battleship
Yönetmen: Peter Berg
Tarih: 2012
İçinde
Taylor Kitsch, Alexander Skarsgard, Brooklyn Decker, Rihanna ve Liam Neeson
gibi isimleri barındıran Battleship, ne kadar milliyetçi bir uzaylı filmi de
olsa gayet keyifli ve aksiyon dolu sahneleri uzaylı filmleri listesinde tepeye
oynayabilecek kalitede. Başarılı oyunculuk ve dar alanda kısa paslaşmalar tadında savaş sahneleri ile film boyunca hiç sıkmayan türden. Buradaki çoğu filme izleyin demem ama bu filmi izlemenizi isterim. Keyif alacağınızdan eminim.
Cowboys and Aliens
Yönetmen: Jon Favreau
Tarih: 2011
Uzaylı
filmlerinde son nokta! Daniel Craig gibi bir ismi içinde barındıran film,
kovboy dönemi Amerika’sında bir kasabanın uzaylılar ve kovboylar arasındaki
direniş mücadelesini anlatıyor. Aksiyon ve çekim adına gayet iyi bir film olsa
da konu epey bir absürd. Esasen bakıldığında uzaylılar neden sadece günümüz dünyasına saldırıyor dersek film mantıklı oluveriyor. O yüzden çok da eleştirmemek gerek.
Eğlence ve bol ekşın arıyorsanız bu filmi denemenizi önerebilirim.
Area 51
Yönetmen: Oren Peli
Tarih: 2015
El kamerası yapımı olan izlediğim tek uzaylı filmi. Eminim ki hepiniz duymuşunuzdur: 51. Bölge. Amerika'da 51. bölge denen yere vakti zamanında bir uzay gemisi düşmüştür ama bu herkesten saklanmıştır. Orada gizli şeylerin döndüğüne inanan bir grup arkadaş da bunu araştırmaya kalkacaktır. %70'i sıkıcı geçen filmin son 20 dakikası epey enteresan ve ilginç. 51. bölge tasarımlarını şahsen çok beğendim. İzlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz lakin bütün uzaylı filmlerini izleyeceğim diyorsanız buyrun ekran başına.
Men in Black
Yönetmen: Barry Sonnenfeld
Tarih: 1997
Bu listenin olmazsa olmazı: Siyah Giyen Adamlar! Komedi türünün bir numarası olan Man in Black içinde binbir türlü uzaylı barındırıyor. Çok da üzerinde durmak istemiyorum çünkü izlemeyeni dövüyorlar bildiğim kadarıyla. İzlemediyseniz, çok ayıp, hemen izleyin.
Alien Yönetmen: Ridley Scott Tarih: 1979
Eğer uzaylı deniyorsa ki uzaylı demek Alien demektir, bu film listenin başındadır. Bakmayın siz benim en sona koyduğuma. Kafama göre yazıyorum ben. Ridley Scott'ın bir döneme damgasını vurmuş filmi olan Alien da izlememiş olanı dövüyorlar kategorisinde. Televizyonda bile binlerce kez oynamış olan film bir uzay gemisindeki davetsiz misafirin insanları tek tek öldürmesini anlatıyor.
Predator
Yönetmen: John McTiernan Tarih: 1987
Başrolünde Arnold Schwarzenneger'in oynadığı film şahsen en sevdiğim uzaylı filmleri kategorisindedir. Bir grup askerin ormanda Predatör tarafından öldürülmesini anlatan film dönemine göre üst düzey oyunculuğu ve aksiyonu ile çok ama çok başarılı bir film. Hala izlemeyeniniz varsa ki büyük ihtimal izlemişinizdir ama hatırlamıyorsunuzdur, sırf nostalji olsun diye bir daha izleyebilirsiniz.
The Day the Earth Stood
Yönetmen: Scott Derrickson Tarih: 2008 Başrolünde Keanu Reeves'in oynadığı 1951 yapımı filmi yeniversiyonu. 1951 versiyonu da meşhur uzaylı filmi kuşağının örneklerinden biridir. Anlaşılan o ki kuşağın en beğenilen fimi The Day the Earth Stood olmuş ki yenisini çekme ihtiyacı duymuşlar. Harika bir film olmamasına rağmen içinde çok ciddi eleştiriler barındırıyor. Kıyamet senaryolarını seviyorsanız, bence izlemeye değer.
Species Yönetmen: Roger Donaldson Tarih: 1995 Kadrosunda Ben Kingsley, Michael Madsen, Alfred Molina, Forest Whitaker, Natasha Helgenberger ve Michelle William gibi büyük isimleri bulunduran film Under The Skin gibi erkekleri öldürmeye programlanmış bir uzaylıyı ve kovalamacısını anlatıyor. Dönemine göre epey başarılı olan film televizyonda da birçok kez oynamıştır.
Star Wars Yönetmen: George Lucas Tarih: 1977 Tabii ki Star Wars'ı aşırı bilindik olduğu için başa koymadım. Siyah Giyen Adamlar gibi içinde binbir türlü uzaylıyı barındıran film, sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri ve uzay filmlerinin patlamasına da sebep olan bir film. Eğer Star Wars'ı izlemediyseniz, e yoh artık!
Invaders From Mars Yönetmen: William Cameron Menzies Tarih: 1953 Uzaylı filmleri kuşağından bir başka film. Bu sefer de dünya Marslılar tarafından ele geçiriliyor. İçinde pek de önemli bir isim barındırmayan filmi izlemenizi öneririm ama. Neden mi? Çünkü bu kuşağa ait bütün filmleri izlemenizi isterim. Epey eğlenceli ve etkileyici olabiliyorlar. Öneririm.
Cloverfield Yönetmen: Matt Reeves Tarih: 2008 Kesinlikle üst sıralara oynayabilecek türden bir film. Çünkü anlatım tarzı diğer filmlerden daha farklı. El Kamerası filmi olan Cloverfield, size olası bir uzaylı istilasını vatandaşın elindeki kameradan izlettiriyor. Bir uzaylı istilası olsa ve bunu çekmek isteseniz aynen böyle bir film olur. Olayın direkt içinden, her daim ekşın dolu kesinlikle çok başarılı bir film. İzlemenizi öneririm.
Pandorum Yönetmen: Christian Alvart Tarih: 2009 Dünya artık yaşanacak bir yer değildir ve insanlık dev bir gemi ile yepyeni bir gezegenin yolunu tutmuştur. Olay şu ki gemideki herkes nedeni bilinmeyen bir sebeple uyuya kalmıştır ve uyananlar da kimliklerini hatırlamamaktadır. Esas sorun bu da değil üstelik: Gemi uzaylılar tarafından istila edilmiştir. İnsanlığın son ümidi olan gemi tehdit altındadır. Mütevazi kadrosu ve bence efsane fikri ile izlenebilir bir film. Daha iyi olabilirmiş lakin yine de başarılı buluyorum.
Super 8 Yönetmen: J.J. Abrams Tarih: 2011 Yapımcılığın Steven Spielberg'ün yaptığı Super 8, tipik bir Spielberg filmi. Dünyaya gelmiş bir uzaylı, derin devlet ve çocuklar. İzlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz ama tatlı bir film olduğunu söylemekte fayda var.
Pacific Rim Yönetmen: Guillermo del Toro Tarih: 2013 Fikir olarak en başarılı uzaylı filmlerinden biri. Bizler uzaylıların hep yıldızlardan geleceğini sanırız ama bu filmde uzaylılar denizin dibinden gelir. Dünya 3 defa uzaylı saldırısına uğramıştır. Böyle gitmeyeceğini düşünen insanlık uzaylılar ile savaşacak makineler üretir. Filmin konusu da tam olarak bu, gelen dev uzaylılara karşı savaşan dev robotlar. del Toro gerçekten de iyi bir iş çıkarmış. Yıkımfilmi sevenler için birebir. Fazlasıyla eğlenceli.
Europa Report Yönetmen: Sebastian Cordero Tarih: 2013 Bu film şahsımın hazırladığı 'Bizde Neden Yapılmadı Denilebilecek Filmler Listesi'nde başı çeker. Ulusararası bir grup Jüpiter'e araştırma için gönderilir. Gezegene ulaşan grup burada beklediklerinden daha fazlasını keşfeder. Ortasına kadar sıkıcı olan film 2. yarısında epey gizemli bir hal alıyor ve sonlarına doğru da heyecanı arttırıyor. Diğer uzaylı filmlerine pek benzemiyor lakin izlenebilir.
Monsters
Yönetmen: Gareth Edwards Tarih: 2010 Listemdeki son film büyük yaratıkları seven Gareth Edwards'a ait. NASA uzayda bir canlı formu bulur ve bunu dünyaya getirir fakat bunun kontrolünü yapamaz ve bu canlı formu dünyada çoğalır. Mexica ve Amerika arasındaki bölge karantina altına alınır. Hikayede bir kızımız var, bu kızın Amerika'ya geçmesi gerekmektedir ve bunu sağlayacak kişi de kızın babası adına çalışan fotoğrafçıdır. Aksiyon düzeyi yüksek olmayan, izlemezseniz bir şey kaybetmeyeceğiniz bir filmdir Monsters.
Not: İçinde uzaylı görünen daha onlarca film var ama ben buraya izlediğim filmleri yazdım sadece. Bilmediğim filmler hakkında yazmayı doğru bulmadım. Ki izlediğim filmler de türünün en iyi örnekleridir.
Hollywood, dünya sinema sektörünün kalbidir, bunda
hemfikiriz. Hollywood’un sahip olduğu bütçelere ve imkanlara kimse sahip değil; onların yaptığı tarzda filmlerin aynısını ülkemizden beklemek de tabii ki
haksızlık olur. Görseli bol, efekti çok, büyük prodüksiyonlu filmlerin aynısını
bizim yapmamız mümkün değil; kimseden de bir Avengers beklemiyoruz. Madem
bütçemiz bu kadar yüksek değil ve aşırı efekt yapamıyoruz, o halde biz de
senaryolara odaklanalım, değil mi? Sinema ne kadar bir ‘entertainment’ yani
eğlence sektörü olsa da aynı zamanda bir ‘anlatıdır’. Sinema görsellikle ne kadar
güzel olsa da, derdini perdeye taşıyanlar unutulmayan isimler oldular. Demek ki
sinemanın özü ‘senaryo’ oluyor. Sonuç olarak biz insanoğlu hikayeler ile
büyüdük, daha sonra radyo geldi; görmeden anlatılanları gözümüzde canlandırdık.
Bizler, daha çok ‘olay’ ile ilgileniyoruz.
Madem öyle ‘bütçe’ dediğimiz şey göreceli oluyor. Kime göre
neye göre? Eğer elimizde sağlam bir
hikaye varsa, o hikayenin gerektirdiği kadar bir bütçe gerekir. Daha fazla
para filmi ‘daha iyi’ yapar diye bir kaide yok. Sonuç olarak para, gereken için
harcanıyor. Avengers gibi bir filmin yapılabilmesi için çok para gerekir ve çok
para harcanır, bu kadar basit. Demek ki bizler de çok para harcamadan, efektler
kullanmadan kaliteli filmler çıkarabiliriz ortaya. Yani; bize güzel senaryolar
gerek. El oğlu dediğimiz Hollywood bunu da düşünmüş. Orada sadece milyonlarla
değil bazen düşük meblağlarla da filmler yapılıyor. Hepsi de senaryolarına
güvenerek yapılmış filmler oluyor. Şimdi size soruyorum: o filmlerden bizde
neden yok? Ülkemizde son dönemler Onur Ünlü bu furyanın başını çekiyor. Sen
Aydınlatırsın Geceyi ve İtirazım Var gibi büyük paralar gerektirmeyen,
senaryosu ve oyunculuğu ile seyirciyi ekrana bağlayan filmler yaptı kendisi. Ve de
başarılı oldu. Ben de size şimdi dünyanın birçok yerinde yapılmış, bizde neden
böyle bir film yapılmadı diyebileceğimiz filmleri listeleyeceğim. İmkan ve bütçe
bakımından gücümüz varken o fikirler neden bizim aklımıza gelmedi ya da
geldiyse bile çekilmelerine neden izin verilmedi?
1) Wild
Yönetmen: Jean-Marc Vallee Tarih: 2014 Reese Witherspoon’un başrolünde oynadığı,
en iyi kadın ile en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında 2015 Akademi Ödüllerinde
adaylık çıkarmış ve büyük ihtimal duymadığınız bir yolculuk filmi Wild. Cheryl
zorlu bir dönemden geçmektedir ve kendisi ile barışabilmesi için kendine ceza
vermesi gerekmektedir. Ceza olarak da tek başına 1.100 mil yürümeyi seçer.
Böylece yol boyunca yalnız kalacak, kendisi ile yüzleşebilecek ve de doğa ile
mücadele içinde olabilecektir. Film boyunca yolculukta yaşadığı sıkıntıları,
karşılaştığı insanları ve geçmişinden anılarını görüyoruz. Böylece Cheryl'ın yolculuk boyu kendisi ile yüzleşmesine tanık oluyoruz.
Neden: Olay şu ki Amerika’da Hiking yolları var
yani bizzat insanların kilometrelerce yürüyebileceği alanlar var. Özellikle
seçilmiş. Filmi izlerken aklımdan geçen ilk soru şuydu: Anadolu ne güne
duruyor? Çok basit bir düşünce olacak ama birini Anadolu'nun topraklarına salmak
hiç mi kimsenin aklına gelmedi mi? Bizde kocaman Anadolu var; neden böyle bir fikir
bizim aklımıza gelmedi ki? Bir adamın tüm Anadolu'nun belirli bir bölümünü
yürüyerek geçmesini ve başına gelen olayları anlatmak eminim ki yol giderleri
hariç büyük bir bütçe gerektirmeyecektir. Sonuç olarak filmde konu Cheryl’ın
1.100 mil yürümesi değil, yol boyunca kendi ile yüzleşmesi ve kendi ile barışmaya çalışmasıdır. Gayet basit ve hoş bir fikir. Bizde de
yapılabilirdi, belki de daha iyisi.
2 2)The Drop
Yönetmen: Michael R. Roskam Tarih: 2014 The Drop içinde Tom Hardy ve James Gandolfini gibi isimli
oyuncuları bulunduran, tamamen tek mahallede geçen bir mafya filmi. Mahallenin
içinde bar işleten Cousin Marv yanında Bob’ı çalıştırmaktadır. Yalnız bara gelip haraç
kesen bir rus vardır. Rus mafyasına verdikleri haracı hiç eksik etmezler, böylece başlarına bir iş gelmez. Ta ki birgün verecekleri haraç parası bir hırsız tarafından çalınana kadar. Şimdi mafya Cousin Marv'ın ve Bob'ın baş belası olacaktır. İkilinin hırsızı en kısa zamanda bulması gerekmektedir. Sonuç olarak ucunda canları vardır. Neden: Sadece tek bir mahallede geçen, çok fazla oyuncu gerektirmeyen bir film. Haraç kesen bir mafya ve haraç parası birgün hırsız tarafından çalınır. Ve ortalık karışır. Filmin içinde dağılan ekstra hikayeler ile beraber film sürükleyici bir hale geliyor. Bunu da yapabilirdik; yapmadık.
3 3)2 Days 1 Night
Yönetmen: Dardenne Kardeşler Tarih: 2014 Başrolünde Marion
Cotillard’ın oynadığı, hatta 2015 Oscar’ında en iyi kadın oyuncuya aday
olmasını sağlayan bir Dardenne kardeşler filmi. Sinemacı diliyle anlatmam gerekirse: filmde 50 plan var ya da yok. Fransa’daki ekonomik krizi çok
‘doğal’ bir yöntemle anlatan Dardenne kardeşlerin bu filmini biz neden
yapamadık hala anlamış değilim. Marion’un çalıştığı iş yerinde oylama yapılır.
Ya Marion işten atılacaktır ve herkes ikramiye alacaktır ya da o kalacaktır
ama ikramiyeler yalan olacaktır. Kriz sebebiyle çoğunluk ikramiyeleri seçer. Marion
ne yapar ne eder patronu ikna eder ve yeni bir oylama yapılmasını ister. Şimdi
arkadaşlarını tek tek gezip, ikramiyeden vazgeçirip, işte kalmasını sağlamaya ikna etmesi için tam 2 gün ve 1 gecesi vardır.
Neden: Gayet basit, gayet tutarlı bir hikaye. Neden diye
soruyorum ama cevap bulamıyorum. Hele ki işsizlik değerinin yüksek olduğu ülkemizde. Sanırım kimse gerçekleri göstermek istemiyor.
4 4)The Judge
Yönetmen: David Dobkin Tarih: 2014 Başrolünde Robert Downey JR. gibi önemli bir ismin oynadığı, tek bir kasabada
geçen gayet tutarlı ve başarılı film The Judge. Robert bir avukattır. Hiç
kaybetmeyeninden. Annesinin ölümü sonrası kasabasına geri döner. Kasabanın
‘ünlü’ yargıcı babasıdır. Lakin babası ile arası iyi değildir. Zaten babası da
iyi değildir. Hastadır. Robert cenaze ziyaretini tam sonlandıracakken babasının
birisini öldürmekle suçlandığını öğrenir ve geri döner. Şimdi meşhur yargıcın
avukatı anlaşamadığı oğlu olacaktır. Film tam bir aile filmi. Babasını pek sevmeyen oğul, kendisini çok sevmeyen babasını aklamak için mücadele
verecektir.
Neden: Neyin parası neyin prodüksiyonu? Gayet aile filmi,
başarılı bir mücadele filmi. Bizde neden biri çıkıp da böyle bir şeyi akıl edemedi
sorarım? Mahkemeden geçilmeyen ülkede, böyle bir fikir çekilemez miydi? Hele ki
mahkemeler bizde yıllardır sürüyor?
5 5) Gone Girl
Yönetmen: David Fincher Tarih: 2014 Tamam biliyorum; film kitap uyarlaması. Başrolünde Ben Affleck ve Rosamund
Pike’ın oynadığı hatta Oscar’da birçok dalda ödüle aday olan bir film. Nick ve
Amy mutlu bir çifttir lakin Nick bir gün eve döndüğünde karısını bulamaz, evin içinde halinden de ortaya çıkan bir arbede yaşanmıştır: Amy kaçırıldı mı? Peki kim?
Hele ki Amy çok sevilen bir yazarken kim tarafından kaçırılabilirdi? Amy bulunamadıkça
senaryolar çoğalmaya başlar ve en sonunda oklar kocaya döner.
Neden: Tekrarlıyorum: Kitap uyarlaması, biliyorum. Ancak neden bizde biri çıkıp böyle
basit bir hikaye düşünemedi? Çok fazla mekan gerektirmeyen, çok fazla da para harcanması gerekmeyen bir film. Sadece senaryo ve oyunculuk konuşmuş. Atıyorum
Beren Saat ile Kıvanç Tatlıtuğ karşılıklı oynasaydı bu filmi bizde, en az 3
milyon seyircisi yok muydu?
6 6)Whiplash
Yönetmen: Damien Chazelle Tarih: 2014 Şimdi orada bir durun. Homurdandığınızı duyuyor gibiyim ama önce düşünün? Şu filmin bizde yapılamaması için hiç ama hiçbir neden yok. Hele ki
filmde kullanılan ziller ülkemize aitken. Konuya girmeyeceğim hiç, sadece biraz
düşündüğümüzde bu kadar başarılı bir filmin bizde de yapılabileceğini görüyorum. Neden: Senaryo ve oyunculuğun konuştuğu, çok da fazla mekan
gerektirmeyen, çok para harcanmamış bir film Whiplash. Öyle ki film 19 günde
çekilmiş. 1 ayda aynısını, ülkemizde izlenebilir versiyonunu yapamaz mıydık?
Yapardık. İzlenir miydi? İşte ona cevabım yok.
7 7) The Machinist
Senaryo konuşur türünden bir film daha. Başrolünde
Christian Bale gibi ünlü birinin oynadığı filmimizde Trevor’un halüsinasyonlarını
izliyoruz. Karakterimiz büyük makinaların olduğu bir şirkette çalışmaktadır. Birgün iş
yerine yeni bir adam gelir yalnız o adamı Trevor’dan başka kimse görmemektedir.
Bununla başlayan süreçte film oldukça enteresan bir finale doğru ilerleyecektir.
Neden: Zor olmayan bir diğer film. Senaryonun konuştuğu ve
eminim ki Türkiye’de sağlam bir izleyici kitlesine ulaşabilecek bir film
olurdu. Gereken tek şey: İyi oyuncu, birkaç mekan, birkaç araba ve kimsenin
görmediği o adamı gören adamın hikayesi. Yok yani, bu da yok.
8 8) Non-Stop
Yönetmen: Jaume Collet-Sera Tarih: 2014 Hala neden biri çıkıp uçakta geçen bir film yapmadı anlamış
değilim. Liam Neeson ve Julianne Moore gibi isimlerin başrolünde olduğu film
aksiyon sever herkesin izleyebileceği türden. Bill Marks eski bir ajandır ve bindiği
uçakta sadece ajanların kullandığı bir hattan mesaj alır. Mesaja göre istediği
para verilmezse uçakta geçen her 1 saatte biri ölecektir. Bill Marks'ın elinde tam
tamına bir uçak dolusu şüpheli vardır şimdi. Yolculara göre de o şüphelidir.
Kimi aradığını bilmeden görevini yapmaya başlar.
Neden: Hala ve hala biri uçak içini dizayn ettirip sadece
içinde geçen film çekmedi. Yazık vallaha bize. BKM’nin Çok Film Hareketler Bunlar
olmasa vallaha yanmışız. Amerikalıların bu alanda geçen bir sürü filmi var, yalnız
bu film senaryo bakımından hepsinin
önünde. Biz de bir uçak kaçırsak ya artık? Vallaha en klasiği bile olsa razıyım
ama bir Türk uçak kaçırma filmi görmek istiyorum. Yoksa THY kızar mı?
9 9)Metro Manila
Yönetmen: Sean Ellis Tarih: 2013 Metro Manila, Sundance film festivalinde en iyi film
seçilmeyi başaran bir film. Köyden indim şehire temasının Filipin versiyonu.
Yeşilçam kokuları yok da değil ama bizim ülkemizde bu kadar ağır bir film
yapılmadı. Artık tarımcılıktan para kazanamadığını anlayan aile aç bir şekilde şehre gelir ve
ellerinde bulunan az miktar parayı da kıç kadar eve harcarlar. Kocanın acilen iş bulması
gerekmektedir ve bulacaktır da. Şans eseri polis olmayı başaran koca, kendini
adalet ve suçun tam ortasında buluverir. Şehir, kapitalizm, insan doğasındaki hatalar üzerine mükemmel bir dram.
Neden: Senaryo açısından gayet mümkün bir film. Anadolu’dan
İstanbul’a gelen aile dramını hep yapıyoruz, doğru da şu film kadar
kalitelisini daha görmedim. El oğlu, bunlar ile ödül alırken bizler neden Metro
Manila kadar vurucu bir film yapıp ödülleri götüremiyoruz, merak konusu?
1 10)Locke
Yönetmen: Steven Knight Tarih: 2013 Locke, yapması gereken acil işleri varken başka bir şehre doğru
arabası ile yola çıkar ve şimdi hem gittiği yerdeki kadını, hem karısını hem de
işini telefondan idare etmek zorundadır. Tamamen arabada geçen bu film
senaryosu örnek alınası türdendir. Tek bir araba, 1 telefon ve idare etmeye
çalıştığı üçgen.
Neden: Bizim ülkemizde böyle bir film izlenir ama maalesef
azınlık kesin tarafından. Yapılmayışını buna bağlıyorum yoksa şu filmi yapmak
gerçekten çok ama çok kolay. Onlar Tom Hardy’yi oynatmış bizde de aynı bu filme
uygun bir oyuncu bulunur, değil mi?
1 11)Opening Night
Yönetmen: John Cassavetes Tarih: 1977 John Cassavetes gibi bağımsız sinemacının elinden çıkmış
olan Opening Night tiyatro hikayesidir. Myrtle Gordon çok ünlü bir
tiyatrocudur. Tiyatro çıkışı bir hayranı ondan imza ister, Myrtel 'yarın kulise gel
vereyim' der ve bunu demesinden 10 saniye sonra kıza araba çarpar. Kızın ölmesiyle başlayan süreçte Myrtel gençlik-yaşlılık arasında bir bunalıma girer.
Bir taraftan kendi içinde bunalıma giren Myrtel, bir taraftan da her defasında sahnesine çıkıp
oyununu oynamak zorundadır. Ünlü bir oyuncunun bunalımını ve sahnede
bocalamasını anlatan filmde Myrtel'in her sahnesinde acaba bu sefer
batıracak mı diye geriliyorsunuz.
Neden: Tiyatro ülkesi olan bizde hala bu ve buna benzer bir
hikayenin yapılmamış, yapılamamış olması içler acısı. Birkaç mekan ve sahnede geçen filmde oyunculuk ve senaryo harici hiçbir zor durum yok. Buna
rağmen TİYATRO ülkesi olan bizde tiyatro üzerine film yapılmıyor. Broadway
sanırım bu yüzden büyük.
12)Buried
Yönetmen: Rodrigo Cortes Tarih: 2010 Bu film, ah bu film... Dar alanda kısa paslaşmalar başlığında
başı çekecek filmlerden biri Buried. Filmin tamamı bir tabutta geçiyor. Evet,
tabut. Irak’a malzeme taşıyan bir kamyonun şöförü olan Paul militanlar
tarafından kaçırılmış ve canlı canlı gömülmüştür. Yanına da sadece çakmak, ışık
ve telefon verilmiştir. Şimdi Paul’un elindekilerle ne yapıp ne edip oradan
çıkması gerekmektedir. Tek bir tabutta aksiyonun dibine vuruyorlar.
Neden: Tek mekan filmlerimiz zaten yokken sadece tabutta
geçecek bir film dilemek de abesle iştigal tabii. Yalnız bazı kısa filmler var,
şu filme harcanan paradan daha çok tutuyor. Sadece Ryan Reynolds gibi iyi bir
oyuncu, bir tabut ve harika bir hikaye gerek. Olmadı, olamadı, keşke olsaydı.
1 13)Cache
Yönetmen: Michael Haneke Tarih: 2005 Michael Haneke sever misiniz bilmem ama bu filmi gerçekten
çok başarılıdır. Hiçbir şey vermeden insanı germeyi başaran türden. Laurent
ailesinin evine kasetler gelmektedir. Kasetlerde evlerinin dışardan çekilmiş
görüntüleri vardır. Doğal olarak Laurent ailesi evlerini izleyen bir sapık
olduğunu düşünür ve paniğe kapılır. Film de bu çevrede döner. Dışarıdaki
kimdir? Onlardan ne ister? Enteresandır ki tehdit ya da şantaj yazısı
gelmemektedir. Sadece terörize edilmektedirler.
Neden: Sakın bana 'ama o Haneke' demeyin. Senaryo açısından çok da zor olmayan sadece
karakterleri güçlü olan bir film Cache. Bizde de böyle entel, yüksek gelirli
bir ailenin evine kasetler gelebilirdi? Hatta bu film bizde daha eğleceli
olurdu? Neden mi? Türk polisi işin içinden çıkamayacaktır da ondan. Ortalık
iyice karışacaktır. Gayet ucuz, gayet basit bir film. Yok yok yok.
14) Moon Yönetmen: Duncan Jones Tarih: 2009 Başrolünde Sam Rockwell'in oynadığı film esasında tam bir tek kişilik dev kadro. İnsanlık artık aydan dünyaya enerji sağlamaya başlamıştır. Başrolümüz de ayda yaşayan, orada kurulmuş olan sistemin güvenlik görevlisidir. Yıllardır yapay zekaya sahip bir robot ile ayda yapılmış bir üstte hayatını sürdürmektedir. Bir gün vardiyaya çıkan Sam Bell kaza yapar ve ardından olanlar olur. Bundan sonrasını söylersem efsane spoiler olur. Neden: Film tamamen bir uzay üssünde geçiyor ve oyuncu kadrosu tek bir kişiden oluşuyor. Buna rağmen IMDB'den 8.0 almayı başarmış bir film. Çünkü konusu gerçekten çok iyi. Ve de iddia ediyorum: A.R.O.G. için harcanan paradan daha azına çekilebilir; en azından ülkemizde. Niyeyse böyle bir fikir de kimsenin aklına gelmedi ve hala bir Turkish Bilim kurgu filmine kavuşamamış olduk. Halbuki izleneceğini düşünüyorum.
15) Five Fingers Yönetmen: Laurence Malkin Tarih: 2006 Tek mekan filmlerinin Türkiye'de izlenmeyeceğini yukarıda belirtmiştim fakat bu o diğer tek mekan filmlerine benzemiyor. Teröristler tarafından kaçırılan Martijn bir depoya kapatılmıştır ve sordukları sorulara istedikleri cevabı vermediği zaman her gün parmaklarından biri kesilecektir. Neden: Tek bir depo, birkaç oyuncu ve harika bir hikaye. Filmin sonunda yaşayacağınız şok 'en iyi finaller' arasına koymanıza yetebilecek türden. Yapılabilirdi, izlenebilirdi fakat yapılmadı ya da yapılmak istenmedi.