11 Kasım 2013 Pazartesi

İspanya Sineması

 İspanya sineması, bir şeye önem vermenin, çabalamanın, peşini bırakmamanın eş anlamlısıdır. Günümüzde herkes İspanya Sinemasını azda olsa takip ediyor. Çünkü İspanya, milenyumdan sonra temellerini kurdukları her şeyin tek tek hasadını yapıyor şuanda. Biliyoruz ki İspanya milenyumdan sonra sporda inanılmaz bir yükselişe geçti. Hepsi altyapı çalışmalarının bir eseriydi. Sineması da alt yapı, önem verme, festivaller düzenleme ve sinema kuruluşları ile, güncel sinemanın en çok takip edilenleri arasında. Şahsen inanılmaz bir İspanya Sineması hayranıyım, özentisiyim, takipçisiyimdir. Hayran olma nedenlerimi, onların pes etmeyişlerinin hikayesini ve milenyumdan sonraki yükselişlerini, gelin size kısa bir şekilde çiziktireyim şuraya.

 Kayıtlara göre Sinema, Lumeire kardeşlerden önce İspanya'ya, Sinemanın bulunduğu aynı sene içinde gelmiş. Şimdi İspanya sinemasının ilk yılları birazcık muallak. Birçok site ve kitaba göre ilk film 1895 Mayıs ayında gösterilmiş ya da ben hep yanlış anlıyorum. Lakin kendilerine ait ilk film 1897 yılında yapılıyor. Muallak kısmı da, ilk filmin esasında hangisi olduğu. Sadece bir yerde değil birçok yerde aynı filmler ile karşılaştım. Eduardo Jimeno Peromarta'nın Salida de la misa de doce de la Iglesia del Pilar de Zaragoza'sı(Exit of the Twelve O'Clock Mass from the Church of El Pilar of Zaragoza), Alexandre Promio'nun Plaza del puerto en Barcelona'sı(Plaza of the Port of Barcelona), sahibi anonim olan Llegada de un tren de Teruel a Segorbe(Arrival of a Train from Teruel in Segorbe) ve Fructuós Gelabert'in  Riña en un café'si(Brawl in a Café) İspanya'nın ilk filmleri olarak geçiyor. Lakin hangisinin daha önce olduğunu maalesef ben bulamadım. Sene 1914 olduğunda İspanya'da sinemanın başkenti Barselona idi. Genel olarak çekilen filmler, gazetelerdeki seri katil haberleri ya da tiyatro oyunlarının, romanların uyarlamalarıydı. Örnek vermem gerekirse nobel ödüllü Jacinto Benavente bile kendi tiyatro oyunlarını filmleştiriyordu.

                                                                    Rina en un Cafe



 Sene 1928 olduğunda, özellikle üzerinde duracağım isimlerden biri olan Luis Bunuel, ve Ernesto Gimenez Cavellaro ülkenin ilk sinema kulübünü, Madrid şehrinde açarlar. Kulübün açılması ile İspanya'da Sinemanın başkenti artık Madrid olur. O senelerde yapılan 58 filmin 44'ü Madrid şehrinde çekilmişti. Hatta gene o senelerde Luis Bunuel, Salvador Dali ile beraber dönemin ilk, çok bilinen avangart filmi Un chien andalou'yu(An Andalusian Dog) çekmişlerdi ki Luis Bunuel'in Salvador Dali ile birçok projesi olmuştur.


Luis Bunuel ve Salvador Dali
 Sene 1931 olduğunda farklı ülkelerdeki sinema çalışmaların çoğalması ve film şirketlerinin artması, diğer Avrupa ülkelerini olduğu gibi İspanya'yı da sıkıntıya sokmuştur. 1933'te 171934'te ancak 21 tane yerli film çekilebilir. 1935 yılı geldiğinde Manuel Casanova yerel Sinemanın yükselişi için bir çare bulur ve günümüzde hala çalışan Compañía Industrial Film Española S.A.(Spanish Industrial Film Company Inc, Cifesa) film şirketini kurar. Bu şirket İspanya'nın en büyük Sinema şirketidir. Cifesa, Luis Bunuel gibi genç sinemacıları desteklemiştir ve Cifesa sayesinde 1935 yılında İspanya'da 37 yerel film gösterilerek o zamana kadar ki en yüksek sayıya ulaşılır.



 Ve gelelim İspanya sinemasının en sıkıntılı ve ilerisi için en büyük ilham kaynağı olan dönemine; İç Savaş Yılları! 1936 yılında İspanya'da iç savaş çıkar ve bu savaş 3 yıl boyunca devam eder. Savaş yüzünden ülkede yarım milyon insan hayatını kaybeder. O dönem çekilebilen filmlerin anca %10'u günümüze kadar gelebilmiştir. O dönem Sinema propaganda amaçlı kullanılır. Dönemin öne çıkan filmi, gene Luis Bunuel'in Espana 1936'dır. Savaş sonrası İspanya'da yeni bir rejim başlar; Faşist Franco Dönemi! Franco, İspanya'yı 1976'ya kadar demir yumruğu ile yönetir, filmlerin çekilmesine engel olur, sansür koyar. İtalya'da Mussolini'nin devrilmesi uzun sürmez, İtalya bu yüzden Sinemasal gelişimine kaldığı yerden devam etmiştir. Lakin İspanya bu kadar şanslı olamamıştır. Franco'nun faşist yönetimi uzun yıllar devam eder ve İspanya bu şartlar ile, baskı altında sanat yapmaya çalışır. O dönemin birçok yönetmenine, faşist yönetim tarafından zorla film yaptırılır. Yinede bunların arasında, 1950 yıllarında İtalyan Yeni Gerçekçilik akımını yansıtmayı başarabilen, birçok neorealist film yapılır. Manel Mur Oti, José Antonio Nieves Conde, Juan Antonio Bardem, Marco Ferreri ve Luis García Berlanga gibi yönetmenler ve onların filmleri olan SurcosBalarrasaTodos somos necesariosOrgulloMuerte de un ciclistaCalle mayorEl pisitoEl cochecitoBienvenido Mister Marshall ve ya Plácido dönemin yeni gerçekçilik akımını yansıtan filmleridir. 

                                                                    Espana 1936


 Filmlerin türleri genelde melodramesperpento ve kara komediler idi. Tabii İspanya'nın o dönem yaptığı filmlerin neredeyse hepsi ortak yapım filmlerdi. Örnek verecek olursak, tekrar Luis Bunuel'in rejim döneminde çekmiş olduğu 1961 yapımı Viridiana İspanya-Meksika ortak yapımı, 1970 yapımı Tristana filmi ise İspanya-Fransa-İtalya ortak yapımıydı.

 İspanya'nın rejim döneminde sinemaya tutunmasını sağlayan bir diğer etkende, o dönem dünyada çok tutulmuş filmlerin bazılarının İspanya'da çekilmiş olmasıydı. King of Kings(1961), El Cid(1961), 55 Days at Peking(1963), The Fall of the Roman Empire(1964), Circus World(1964) The Pride and the Passion(1957), Solomon and Sheba(1959), Lawrence of Arabia(1962), Doctor Zhivago(1965) gibi dönemin önemli -blockbuster- filmleri İspanya'da çekilir. Hatta İspanya'ya bu iyiliği yapan, akımın başlangıcına sebebiyet olan kişi Orson Welles'tir. Orson Welles, 1955'te  İspanya'da, İspanya-Fransa-İsviçre ortak yapımı film olan Mr.Arkadin'i çeker ve İspanya'da bir nevi Sinema turizmini açar. Orson Welles'in İspanya'da ki son filmi Chime At Midnight'dır(1966).

Orson Welles
 1976 yılına, Franco'nun Faşist rejiminin son bulmasına kadar 1960-76 arası elden geldiği kadar film çekilir. Bunların arasında döneme uyulup çekilen bir sürü Spaghetti Western ve Kılıçlı Savaş filmi vardır. 1976'da Faşist Rejimin son bulması ile İspanya Sinemacıları, geleceğin temellerini atmaya başlarlar. İlk esaslı temeli 1953'te kurdukları The San Sebastian İnternational Film Festivali ile atarlar. Bu festival 1953'ten beri her sene yapılmaktadır ve dünyanın en önemli film festivallerinden biridir. Alfred HitchcockAudrey HepburnSteven SpielbergGregory PeckElizabeth Taylor gibi birçok önemli insan bu festivalde bulunmuştur. 1967'de kurulan the Festival Internacional de Cinema de Catalunya(International Film Festival of Catalonia) ise İspanya'nın sinema değerini arttıran bir diğer önemli film festivallerinden biridir.


2010 yılının Katalunya Film Festivali Afişi
 Ülkeye demokrasi gelmesi ile film yapımında büyük bir artış olur, yeni sinema okulları-enstitüleri-bakanlıkları kurulur, devletin de desteklemesi ile yeni yönetmenler ortaya çıkar. Milenyum konularına girmeden şundan da bahsedeyim. İç Savaş, İspanya halkında çok büyük bir yara bırakmıştır. O kadar büyük bir yara bırakmıştır ki yeni nesil sinemacıların çoğu bu konuyu Sinemaya taşımıştır. İlk göze batan film, Victor Erice'nin El Espiritu de la Colmena(Arı Kovanının Ruhu, 1973) filmidir. Hatta milenyumdan sonra bile bu konuda birçok film çekilmiştir de hiçbirimiz ana temanın İç Savaş olduğunu bilmeyiz. Meksikalı olsa da İspanya Sinemasının en önemli isimlerinden biri olan Guillerme Del Toro'nun 2001 yapımı El Espinoza del Diablo(Şeytanın Belkemiği) filmi, 2006 yapımı -ki muazzam bir filmdir- El Laberinto de Fauno(Pan’ın Labirenti) filmi esasında İç Savaşı işleyen filmlerdir.


Guillerme Del Toro'nun Pan'ın Labirenti filminin posteri
 1970-2000 arası  İspanya bir karınca edasında çalışır. Pedro AlmadovarGuillerme Del ToroAlejandro AmenabarSantiago SeguraFernando Trueba gibi birçok önemli yönetmen, Antonio BanderasPenelope CruzJavier Bardem gibi önemli oyuncular dünya sinemasında yerlerini alırlar. 1982 yılında Jose Luis GarciVolver A Empazar(Başlangıca) filmi ile En İyi Yabancı film Oscar'ını alır. 1987 yılında Goya Ödüleri verilmeye başlanır. 1993 yılında Fernando TruebaBelle époque(Güzellik Çağı) ile İspanya adına 2. kez En İyi Yabancı Film Oscarını kazanır. 1999 yılında Pedro AlmadovarTodo sobre mi madre(Annem Hakkında Her Şey) adlı filmi ile Cannes film festivalinde en iyi yönetmen seçilir.

 Milenyumdan sonra İspanya artık ektiğini biçmeye başlar. İspanya, Sinema konusunda Hollywood'a dahil kafa tutmaya başlar. Özellikle milenyumdan sonra korku sinemasına el atmaları, düşük bütçe ile senaryoyu ön plana çıkarmaları ve yenilikçi davranmaları ile benim gözümde inanılmaz bir yer sahibi olmakla kalmadılar, Woody Allen abimizi bile etkilemeyi başarıp şunu söylettirmişlerdir: "New York'tan ayrıldığımda, şehirde en merak uyandırıcı film, Pedro Almadovar'a ait bir İspanyol filmiydi". Sırasıyla 2001 yılında Alejandro Amenabar'ın çektiği, Nicole Kidman'ın oynadığı The Others(Diğerleri) filmi, gene Alejandro Amenabar'ın 2004 yapımı En İyi Yabancı Film Oscar Ödüllü The Sea Inside(İçimdeki Deniz) filmi, Pedro Almadovar'ın 2006 yapımı Cannes Film Festivali Ödüllü Volver(Dönüş) filmi, Juan Antonio Bayona'nın 2007 yapımı The Orphanage(Yetimhane) filmi, 2007 yapımı  Jaume Balagueró'nun Rec(Ölüm Çığlığı) filmi milenyum sonrası göze global olarak en çok çarpan İspanyol filmleridir. Ayriyeten Fernando Trueba'nın Two Much(1995), Brad Anderson'ın The Machinist(Makinist, 2004), Michael Caton-Jones'un  Basic Instinct 2(Temel İçgüdü 2, 2006) gibi dünya sinemasında isim yapmış filmler esasında İspanyol yapımı filmlerdir.



 Tarihli bölümü atlattıktan sonra gelelim benim katacağım baharata. Özellikle Paranormal Activity sonrası çoğalan found footage(buluntu film) film türünü çok benimsemiş olan İspanya bunu Amerikalılardan daha iyi yapmaktadır. Rec filmi için Hollywood, yönetmene başvurup tekrar çekmek için izin ister ve film Amerika'da Quarantine(Karantina,2008) adı altında tekrar çıkar. Hatta İspanyol yapımcıları benim gibi yanılgıya düşenşer için kendi filmlerinin IMBD'deki afişlerine, Karantina bizden esinlenilmiştiri ekletir. Ne kadar tutmasa da Carles Torrens'in Emergo(Lanetli Ruh, 2011) filmi, Rec gibi çok başarılı bir found footage film örneğidir. The Others sonrası korku sinemasına yönelen İspanya, bunu diğer ülkelerden, bence, kat ve kat daha iyi yapmaktadır. Filmlerinde efektten çok senaryoya önem veren İspanyollar, adeta Agatha Christie romanlarından fırlama, son 10 dakikasına kadar ne olduğu asla anlaşılamayacak filmler çektiler. Juan Antonio Bayona'nın  The Orphanage, Jaume Balagueró'nun ödüllü Fragiles(Kırılgan, 2005), Oriol Paulo'nun El Cuerpo(Ceset, 2012), Andy Muschietti'nin Mama(2013) gibi filmleri bırakın İspanya Sinemasını, Dünya sinemasında olmayan gerilim başyapıtlarıdır. Özellike her yazımda belirttiğim, bir film izleyin kanpanyasında, bu sefer El Cuerpo filmini öneriyorum. İspanya Korku sineması, adete bizim ülkemize ders veren bir Sinemadır. Düşük bütçe, az mekan ve bulmaca vari bir senaryo ile muazzam filmler çıkartıyorlar. Rec, neredeyse tek mekan, ucuz makyaj, El Cuerpo, 3 farklı mekan ve ciddi bir senaryo, Fragile, sadece tek bir bina ve çözülemeyen bir gizemden oluşuyor. Gizemi bol filmler seviyor iseniz, bahsettiğim filmleri ve milenyum sonrası bütün İspanyol Korku filmlerini tek tek izleyin. Emin olun pişman olmazsınız... Özellikle... El Cuerpo!


0 yorum:

Yorum Gönder