İspanya sineması, bir şeye önem vermenin,
çabalamanın, peşini bırakmamanın eş anlamlısıdır. Günümüzde herkes İspanya
Sinemasını azda olsa takip ediyor. Çünkü İspanya, milenyumdan sonra temellerini
kurdukları her şeyin tek tek hasadını yapıyor şuanda. Biliyoruz ki İspanya
milenyumdan sonra sporda inanılmaz bir yükselişe geçti. Hepsi altyapı
çalışmalarının bir eseriydi. Sineması da alt yapı, önem verme, festivaller
düzenleme ve sinema kuruluşları ile, güncel sinemanın en çok takip edilenleri
arasında. Şahsen inanılmaz bir İspanya Sineması hayranıyım, özentisiyim,
takipçisiyimdir. Hayran olma nedenlerimi, onların pes etmeyişlerinin hikayesini
ve milenyumdan sonraki yükselişlerini, gelin size kısa bir şekilde çiziktireyim
şuraya.
Kayıtlara göre Sinema, Lumeire kardeşlerden önce
İspanya'ya, Sinemanın bulunduğu aynı sene içinde gelmiş. Şimdi İspanya
sinemasının ilk yılları birazcık muallak. Birçok site ve kitaba göre ilk film
1895 Mayıs ayında gösterilmiş ya da ben hep yanlış anlıyorum. Lakin kendilerine
ait ilk film 1897 yılında yapılıyor. Muallak kısmı da, ilk filmin esasında
hangisi olduğu. Sadece bir yerde değil birçok yerde aynı filmler ile
karşılaştım. Eduardo Jimeno Peromarta'nın Salida de la misa
de doce de la Iglesia del Pilar de Zaragoza'sı(Exit of the Twelve O'Clock
Mass from the Church of El Pilar of Zaragoza), Alexandre Promio'nun Plaza
del puerto en Barcelona'sı(Plaza of the Port of Barcelona), sahibi anonim
olan Llegada de un tren de Teruel a Segorbe(Arrival of a Train from
Teruel in Segorbe) ve Fructuós Gelabert'in Riña en un
café'si(Brawl in a Café) İspanya'nın ilk filmleri olarak geçiyor. Lakin
hangisinin daha önce olduğunu maalesef ben bulamadım. Sene 1914 olduğunda
İspanya'da sinemanın başkenti Barselona idi. Genel olarak
çekilen filmler, gazetelerdeki seri katil haberleri ya da tiyatro oyunlarının,
romanların uyarlamalarıydı. Örnek vermem gerekirse nobel ödüllü Jacinto
Benavente bile kendi tiyatro oyunlarını filmleştiriyordu.
Rina en un Cafe
Rina en un Cafe
Sene 1928 olduğunda, özellikle üzerinde
duracağım isimlerden biri olan Luis Bunuel, ve Ernesto
Gimenez Cavellaro ülkenin ilk sinema kulübünü, Madrid şehrinde
açarlar. Kulübün açılması ile İspanya'da Sinemanın başkenti artık Madrid olur.
O senelerde yapılan 58 filmin 44'ü Madrid şehrinde çekilmişti. Hatta gene o
senelerde Luis Bunuel, Salvador Dali ile beraber dönemin ilk,
çok bilinen avangart filmi Un chien andalou'yu(An Andalusian Dog)
çekmişlerdi ki Luis Bunuel'in Salvador Dali ile birçok projesi olmuştur.
Sene 1931 olduğunda farklı ülkelerdeki sinema
çalışmaların çoğalması ve film şirketlerinin artması, diğer Avrupa ülkelerini
olduğu gibi İspanya'yı da sıkıntıya sokmuştur. 1933'te 17, 1934'te
ancak 21 tane yerli film çekilebilir. 1935 yılı
geldiğinde Manuel Casanova yerel Sinemanın yükselişi için bir
çare bulur ve günümüzde hala çalışan Compañía Industrial Film Española
S.A.(Spanish Industrial Film Company Inc, Cifesa) film şirketini kurar. Bu şirket İspanya'nın en büyük
Sinema şirketidir. Cifesa, Luis Bunuel gibi genç sinemacıları
desteklemiştir ve Cifesa sayesinde 1935 yılında
İspanya'da 37 yerel film gösterilerek o zamana kadar ki en
yüksek sayıya ulaşılır.
Luis Bunuel ve Salvador Dali |
Ve gelelim İspanya sinemasının en sıkıntılı ve
ilerisi için en büyük ilham kaynağı olan dönemine; İç Savaş Yılları! 1936
yılında İspanya'da iç savaş çıkar ve bu savaş 3 yıl boyunca devam eder. Savaş
yüzünden ülkede yarım milyon insan hayatını kaybeder. O dönem çekilebilen
filmlerin anca %10'u günümüze kadar gelebilmiştir. O dönem Sinema propaganda
amaçlı kullanılır. Dönemin öne çıkan filmi, gene Luis Bunuel'in Espana
1936'dır. Savaş sonrası İspanya'da yeni bir rejim başlar; Faşist Franco
Dönemi! Franco, İspanya'yı 1976'ya kadar demir yumruğu ile yönetir, filmlerin
çekilmesine engel olur, sansür koyar. İtalya'da Mussolini'nin devrilmesi uzun
sürmez, İtalya bu yüzden Sinemasal gelişimine kaldığı yerden devam etmiştir.
Lakin İspanya bu kadar şanslı olamamıştır. Franco'nun faşist yönetimi uzun
yıllar devam eder ve İspanya bu şartlar ile, baskı altında sanat yapmaya
çalışır. O dönemin birçok yönetmenine, faşist yönetim tarafından zorla film
yaptırılır. Yinede bunların arasında, 1950 yıllarında İtalyan Yeni Gerçekçilik
akımını yansıtmayı başarabilen, birçok neorealist film yapılır. Manel
Mur Oti, José Antonio Nieves Conde, Juan Antonio Bardem, Marco
Ferreri ve Luis García Berlanga gibi yönetmenler ve
onların filmleri olan Surcos, Balarrasa, Todos
somos necesarios, Orgullo, Muerte de un ciclista, Calle
mayor, El pisito, El cochecito, Bienvenido
Mister Marshall ve ya Plácido dönemin yeni
gerçekçilik akımını yansıtan filmleridir.
Espana 1936
Espana 1936
Filmlerin türleri genelde melodram, esperpento ve kara
komediler idi. Tabii İspanya'nın o dönem yaptığı filmlerin neredeyse
hepsi ortak yapım filmlerdi. Örnek verecek olursak, tekrar Luis Bunuel'in rejim
döneminde çekmiş olduğu 1961 yapımı Viridiana İspanya-Meksika
ortak yapımı, 1970 yapımı Tristana filmi ise
İspanya-Fransa-İtalya ortak yapımıydı.
İspanya'nın rejim döneminde sinemaya tutunmasını
sağlayan bir diğer etkende, o dönem dünyada çok tutulmuş filmlerin bazılarının
İspanya'da çekilmiş olmasıydı. King of Kings(1961), El Cid(1961), 55
Days at Peking(1963), The Fall of the Roman Empire(1964), Circus
World(1964) The Pride and the Passion(1957), Solomon
and Sheba(1959), Lawrence of Arabia(1962), Doctor
Zhivago(1965) gibi dönemin önemli -blockbuster- filmleri İspanya'da
çekilir. Hatta İspanya'ya bu iyiliği yapan, akımın başlangıcına sebebiyet olan
kişi Orson Welles'tir. Orson Welles, 1955'te
İspanya'da, İspanya-Fransa-İsviçre ortak yapımı film olan Mr.Arkadin'i
çeker ve İspanya'da bir nevi Sinema turizmini açar. Orson Welles'in İspanya'da
ki son filmi Chime At Midnight'dır(1966).
Orson Welles |
2010 yılının Katalunya Film Festivali Afişi |
Guillerme Del Toro'nun Pan'ın Labirenti filminin posteri |
Milenyumdan sonra İspanya artık ektiğini biçmeye
başlar. İspanya, Sinema konusunda Hollywood'a dahil kafa tutmaya başlar.
Özellikle milenyumdan sonra korku sinemasına el atmaları, düşük bütçe ile
senaryoyu ön plana çıkarmaları ve yenilikçi davranmaları ile benim gözümde
inanılmaz bir yer sahibi olmakla kalmadılar, Woody Allen abimizi
bile etkilemeyi başarıp şunu söylettirmişlerdir: "New York'tan
ayrıldığımda, şehirde en merak uyandırıcı film, Pedro Almadovar'a ait bir
İspanyol filmiydi". Sırasıyla 2001 yılında Alejandro
Amenabar'ın çektiği, Nicole Kidman'ın oynadığı The
Others(Diğerleri) filmi, gene Alejandro Amenabar'ın 2004 yapımı En
İyi Yabancı Film Oscar Ödüllü The Sea Inside(İçimdeki Deniz)
filmi, Pedro Almadovar'ın 2006 yapımı Cannes
Film Festivali Ödüllü Volver(Dönüş) filmi, Juan Antonio
Bayona'nın 2007 yapımı The Orphanage(Yetimhane)
filmi, 2007 yapımı Jaume Balagueró'nun Rec(Ölüm
Çığlığı) filmi milenyum sonrası göze global olarak en çok çarpan İspanyol
filmleridir. Ayriyeten Fernando Trueba'nın Two Much(1995), Brad
Anderson'ın The Machinist(Makinist, 2004), Michael Caton-Jones'un Basic
Instinct 2(Temel İçgüdü 2, 2006) gibi dünya sinemasında isim yapmış filmler
esasında İspanyol yapımı filmlerdir.
Tarihli bölümü atlattıktan sonra gelelim benim
katacağım baharata. Özellikle Paranormal Activity sonrası çoğalan found
footage(buluntu film) film türünü çok benimsemiş olan İspanya bunu
Amerikalılardan daha iyi yapmaktadır. Rec filmi için Hollywood, yönetmene
başvurup tekrar çekmek için izin ister ve film Amerika'da Quarantine(Karantina,2008)
adı altında tekrar çıkar. Hatta İspanyol yapımcıları benim gibi yanılgıya
düşenşer için kendi filmlerinin IMBD'deki afişlerine, Karantina bizden
esinlenilmiştiri ekletir. Ne kadar tutmasa da Carles Torrens'in Emergo(Lanetli Ruh, 2011)
filmi, Rec gibi çok başarılı bir found footage film örneğidir. The
Others sonrası korku sinemasına yönelen İspanya, bunu diğer
ülkelerden, bence, kat ve kat daha iyi yapmaktadır. Filmlerinde efektten çok
senaryoya önem veren İspanyollar, adeta Agatha Christie romanlarından
fırlama, son 10 dakikasına kadar ne olduğu asla anlaşılamayacak filmler
çektiler. Juan Antonio Bayona'nın The Orphanage, Jaume Balagueró'nun ödüllü Fragiles(Kırılgan,
2005), Oriol Paulo'nun El Cuerpo(Ceset, 2012), Andy Muschietti'nin Mama(2013) gibi
filmleri bırakın İspanya Sinemasını, Dünya sinemasında olmayan gerilim
başyapıtlarıdır. Özellike her yazımda belirttiğim, bir film izleyin
kanpanyasında, bu sefer El Cuerpo filmini öneriyorum. İspanya
Korku sineması, adete bizim ülkemize ders veren bir Sinemadır. Düşük bütçe, az
mekan ve bulmaca vari bir senaryo ile muazzam filmler çıkartıyorlar. Rec,
neredeyse tek mekan, ucuz makyaj, El Cuerpo, 3 farklı mekan ve ciddi bir
senaryo, Fragile, sadece tek bir bina ve çözülemeyen bir gizemden oluşuyor.
Gizemi bol filmler seviyor iseniz, bahsettiğim filmleri ve milenyum sonrası
bütün İspanyol Korku filmlerini tek tek izleyin. Emin olun pişman olmazsınız...
Özellikle... El Cuerpo!
0 yorum:
Yorum Gönder