Dönem Dönem İtalya Sineması
İtalyan sinemasını size detaylandırmaya çalışsam sayfalarca yazı
çıkar, altından kalkamayız. Sporda, tarihte, müzikte köklü bir tarihi olan
Çizmenin, Sineması da bir o kadar köklü ve detaylı. Çok şükür onlar kendi
sinemalarını bölümlere ayırmışlar da bizlere kolaylık oluyor. İtalyan Sineması
zaman zaman değişen tarzları, çok önemli oyuncuları, filmleri ve akımları ile
Avrupa'nın önde giden Sinemalarındandır. Aşırı detaylı olmasa da gelin bir
inceleyelim.
Sinemanın keşfinden birkaç ay sonra 1896 yılının
mart ayında İtalya'da ilk gösterimler yapılır. Sırasıyla Martta Roma ve Milano,
Nisanda Napoli-Salerno ve Bari, Haziranda Livorno, Ağustosta Bergamo-Bologna ve
Ravenna, Ekimde Ancona, Aralıkta Turin ve Pascera şehirlerinde gösterimler
yapılır. Sinema o kadar çabuk benimsenir ki 1903-1908 yılları
arasında Roma'da Cines, Turin'de Ambrosio ve İtala
Film adı altında 3 film şirketi kurulur. Bunları birçok film şirketi
takip eder. İtalya'da ilk çekilen film, tarihsel bir film olan Alberini'nin 1905'te
çektiği La presa di Roma, 20 settembre 1870'dir(Roma'nın
Fethi, 20 Eylül, 1870). Onu takiben çekilen filmler genel olarak
kitaplardan uyarlamalar ve kendi tarihleri hakkında belgesellerdi. Örnek
olarak Mario Caserini'nin Otelle(1906) filmini
verebiliriz. Jül Sezar, Kleopatra, Nero gibi İtalya tarihinin önemli isimleri
hakkında tarihsel filmler yapılmıştır. Lyda Borelli, Francesca Bertini ve Pina
Menichelli zamanın ilk divaları olarak ön plana çıkarlar, hatta Francesca
Bertini sinemada çıplak görünen ilk aktirist olur.
Francesca Bertini |
Enrico Guazzone'nin 1912 yapımı Quo Vadis ile Giovanni
Pastrone'nin 1914 yapımı Cabiria filmi dönemin ilk çok
para harcanan filmleri olur. Dediğim gibi İtalya'da sinema hep dönem dönem
akımlara göre değişmiştir. 1911-1919 seneleri yapılan
filmlerin hepsi Fütürizm filmleriydi. İşin kötü yanı o döneme
ait fütürizm filmlerinin çoğu kaybolmuştur. Avrupa'da film şirketlerinin
çoğalması ve 1.Dünya Savaşının başlaması ile İtalya Sineması duraklama dönemine
girer. Bu döneme Silent Era yani Sessiz Dönem denir.
Bu dönemin özelliği, yapılan filmlerin sessiz olması ve yapım yıllarından
yıllar sonra yayınlanabilmiş olmalarıdır. Mario Camerini'nin Rotaio(1929)
filmi ile Alessandro Blasetti'nin Sun(1929) filmi
Sessiz Dönemin öne çıkan filmleridir.
Giovanni Pastrone'nin Cabiria filminden bir sahne |
1930 yılında Gennaro Righelli'nin La Canzone
Dell'amore filmi İtalya'nın ilk sesli filmi olur. Onun peşinden gene
Gennaro Righelli'nin Blasetti's Terra Madre(1930) and Resurrectio(1931)
ve Camerini'nin Figaro and His Great Day(1931)
filmleri gelir. Şahsen benim için İtalya Sinemasının eğlenceli kısmı
1930'dan sonra başlar. O dönemlerde İtalya Faşist bir yönetim tarafından
yönetiliyordu. Devletin başında, başa 1922'de getirilmiş olan Benito
Mussolini, yani Hitler'in kankası vardı. Mussolini, Sinemayı bir silah
olarak görür ve propaganda aracı olarak kullanmaya başlar. O dönem yapılan
filmlerin hepsine Telefoni Bianchi filmleri yani Beyaz
Telefon Filmleri denir. Türü komedi ve melodramlardan oluşan bu
filmler bir nevi halkı uyutmak için yapılır. Filmlerin içeriğinde hep zengin
aileler, ihtişamlı mekanlar gösterilir, sanki tüm İtalya böyleymiş gibi
davranılırdı. Türün adı da filmlerde görülen beyaz telefonlardan gelir.
Esasında Telefoni Bianchi türe verilmiş resmi bir ad değildir, küçümseme
amacında konmuş bir isimdir. Dönemin önemli Telefoni Bianchi filmleri Guido
Brignone'nin Paradiso(1932), Carlo
Bragaglia'nın O La Borsa O La Vita(1933) ve Righelli'nin Together
in the Dark(1935) filmleridir. 1930 ile 1944 arası çekilen 639 filmin
yarısı Telefoni Bianchi filmiydi.
Benito Mussolini bunlarla kalmayıp Cinecittà sinema
stüdyosunu kurdurur. 1937'de tamanlanan Cinecittà o dönemin teknik
ve teknoloji olarak en gelişmiş stüdyosuydu belkide. Cinecittà birçok filme ev
sahipliği yapmıştır hatta günümüzde hala faaliyettedir ve hala içinde filmler
yapılmaktadır. Daha sonra Federico
Fellini ile en yakın ilişki kuran stüdyo olmuştur. Tabi Telefoni
Bianchi filmleri birçok yönetmenin canını sıkmıştır çünkü filmler gerçeği
yansıtmamaktaydı. Halk zor durumdaydı ve bunu kimse bilmemekte,
yansıtılmamaktaydı. Cinecittà sayesinde propagandasını ileri seviyeye taşıyan
Mussolini'ye cevap 2. Dünya savaşından sonra gelir; Yeni Gerçekçilik
Akımı!
2. Dünya Savaşının bitmesi ile İtalyan Yeni Gerçekçilik(Neorealism)
akımı ortaya çıkar. Gerçeklerin gösterilmesini savunan yönetmenler kameralarını
alıp sokağa çıkarlar ve gerçekleri çekmeye başlarlar. Bu akımın en
önemli yanları, belkide parasızlıktan dolayıdır ya da devletin bu tarz filmleri
sansürleyecek olmasından dolayı, yönetmenler stüdyolardan uzak dururlar. Film
oyuncuları amatördür hatta çoğu hiç oyunculuk yapmamış insanlardır. Yalın,
alışagelmişten uzak, gerçek dekorlar ile süsleniyordu filmler. Bazı
filmlerin tamamlanması yıllar sürmüştür. Akımın ilk filmi de bir tartışma
konusudur. Kimisi, Postacı Kapıyı 2 Kere Çalar kitabının
uyarlanmış versiyonu olan Luchino Visconti'nin Ossesione(1942)
filmi olduğunu söyler, kimiside, Roberto Rosselini'nin 1945 yapımı
filmi olan Roma Citta Aperta(Roma Açık Şehir) olduğunu söyler.
Hangisi akımın ilk filmi olursa olsun bu filmler dönemin gerçek yüzünü anlatan
filmler olurlar. Onların ardından en çok ses getiren filmler Sciuscia(Kaldırım
Çocukları, 1946), Paisa(Hemşire, 1946), Germanio Anno Zero(Almanya,
Yıl Sıfır, 1948), Miracolo a Milano'dur(Miracle in Milan, 1951).
Yeni Gerçekçilik döneminin en başarılı ya da en çok ses getiren filmi ise The
Bicycle Thiefs(Bisiklet Hırsızları, 1948) olur. Filmin konusu; Aylar
sonra iş bulan Ricci'nin işi yapmak için aldığı bisikletin çalınması ve başka
çaresi olmasından dolayı oğluyla beraber bisikleti tüm şehirde arayıp bulmaya
çalışması ve kaldığı zor durumlar.
The Bicycle Thief filminden bir sahne |
Yeni Gerçekçilik akımı filmler bir yandan devlet ile mücadele verirken bir
yandan da halkı bilinçlendirmeye, gerçekleri göstermeye çalışıyordu. Ossesione
filmi ilk defa sinemada gösterildiğinde Mussolini salonu terk etmiş, terk
ederken "Bu İtalya değil!" diye bağırmıştır. İşin garip yanı
tüm dünyaya yayılmış olan bu akım İtalya'da sadece 10 yıl dayanabiliyor. Vittorio
De Sica’nın 1952 yılında çektiği Umberto D. filmi,
akımı bitiren resmi film olarak kabul edilir. Akımın bitmesinin nedeni hem
İtalya'nın Ekonomisinin yükselmesi ile yaşam şartlarının düzelmesi hem de öncü
olan kişilerin akımlarını terk etmesi oldu. Yeni Gerçekçilik akımının
bitmesi ile yeni akımlar sırasıyla ortaya çıkmaya başladı. Böylece akıllarda
sorularda kaldı, acaba Yeni Gerçekçilik başarılı olabildi mi? Başarılı olmadı
dense bile çok ama çok şey kattığı kesin.
Şimdi biraz hızımızı arttıralım. Yeni Gerçekçilikten sonra
sırasıyla Pink Neorealism, Peplum, Spaghetti
Western, Diallo, Polizieschi akımları
gelir. Pink Neorealism döneminde İtalya'nın yükselişi, sosyal
ve komedi temalı filmler çekilmiştir. Dönemin öncülerinden biri, yeni
gerçekçiliği bitiren filmi yapan Vittorio De Sica'dır. Pink
Neoralism 1954-1961 yılları arasında yer bulurken aynı yıllar
arasında Peplum adlı akımda başlar. 1958'de Hercules filminin
yayınlanması ile İtalyan Film Endüstrisi mitolojik ya da incil temalı filmlere
yönelir. Bu filmlere örnek olarak Mario Bava'nın Ercol Al
Centro Della Terra(Hercule In The Haunted World) ile I Sette
Gladiatori(The Seven Gladiators, 1964) filmleri gösterilebilir. 1960-1975 arası
ise Spaghetti Western filmleri yapılır. Bir grup İtalyan yönetmenin başlattığı
bu akımla 15 senede yaklaşık 600 film çekilir. Spagehetti
Western ya da Italo-Western bildiğimiz tipik düşük bütçeli kovboy filmleriydi.
Dönemin başını çeken kişide Sergio Leone'dur. Daha sonra
gene aynı dönemlerde korku filmleri çekilmeye başlanır. Mario Bava, Riccardo
Freda, Antonio Margheriti ve Dario Argento'nun
başlattığı korku filmi akımının başlıcaları filmleri şunlardır: Black
Sunday(1960), Castle of Blood(1964), Twitch of the
Death Nerve(1971), L'uccello Dalle Piume Di Cristallo(1970), Profondo
Rosso and Suspiria(1977).
Tabi İtalyanlar aksiyon filmlerinden de geri kalmazlar. Polizieschi adı
altında birçok polisiye film çekilir ve bu filmlerin başlıca aktörlerinden biri
çoğumuzun adını ara sıra duyduğu Alain Delon'dur.
Bu akımların hepsi
1960 ile 1980 arası gerçekleşir. 1980 senesi geldiğinde ise İtalyayı kriz
vurur. Bu krizden de yararlanmasını bilen İtalyanlar sanat
filmlerine yönelirler. Dönemin öne çıkan isimlerinden biri, hatta İtalya
Sinemasının en büyük isimlerinden biri olan kişi Federico
Fellini'dir. Gerçi Fellini Yeni
Gerçekçilik Akımı sırasında da La Strada(Sonsuz
Sokaklar, 1954) filmi ile oradaydı. Bu yazımda kendisinden pek bahsetmedim
çünkü Fellini için bizzat bir yazı yazacağım. Devam edelim... Tabii sanat
filmlerinin ortaya çıkması ile ödüllerde artış olur. Hazır ödül demişken 1961'e geri dönelim ve Sophia Loren'den
bahsedeyim. Kendisi 1961 senesinde Akademi Ödülü kazanan ilk yabancı kadındır. Tekrar devam ediyorum... 1980'lerde ki yeni jenerasyon sayesinde
İtalya Sineması epey yükselir. Guiseppe Tornatore 1990 yılında En
İyi Yabancı Film dalında Akademi Ödülü kazanır. Onu takiben 1992 yılında Gabriele Salvatores, Mediterraneo filmi
ile aynı ödülü İtalya adına tekrar kazanır. 1998 yılında ise Roberto
Benigni, Life
Is Beautiful filmi ile Akademi Ödüllerinde 3 dalda Oscar kazanır. Saymaya devam
edersem bu ödüller böyle akar gider. Kısaca özetlersem ama En İyi Yabancı Film dalında
13 Akademi Ödülü ve 12 Palmes d'Or Ödülü. Bu
da İtalyayı en çok Akademi Ödülü ve 2. en çok Palmes d'Or ödülü kazanan yabancı
ülke yapıyor.
Sophia Loren'ın gençliği |
Şuana bakarsak İtalya Sineması güvenilir ellerde. Şuan sinemalarda
takip ettiğimiz çoğu yönetmen ya da oyuncu esasında İtalya kökenlidir.
Martin Scorsese, Frank
Capra, Quentin Tarantino gibi yönetmenler ve Sylverster Stallone, Al Pacino, Marlon Brando gibi oyuncular esasında İtalya
kökenlilerdir. Bu kişiler İtalya'nın dünyaya armağanlarıdır. Esasında
yazabileceğim daha o kadar çok şey var ki İtalya Sineması hakkında ama hepsini
yazsam okumaktan sıkılırsınız. Birkaç ufak detaydan daha bahsedecek olursam,
İtalya gelişmiş bir ülke olduğunu sinema salon sayısı ile gösteriyor; 148 sinema salonu. Aktif bir
sinema seyirci sayısı ve ben bu yazıyı yazarken en çok izlenen film bir İtalyan
filmiydi. Ortalama bir İtalyan yılda 25 bin dolar kazanıyor, sinema bence
pahalı olmamalı. Ortalama 8 euro olan bilet fiyatı diğer kuzeye nazaran çok
daha ucuz. Tabii ki her yazımın sonunda yaptığım gibi gene bir film önerisinde
bulunacağım. Yeni Gerçekçilik döneminin en önemli filmi olarak sayılan Bisiklet
Hırsızı'nı denemeye ne dersiniz?
filoteo alberini'ye ait, 1905 yapımı la presa di roma, yani roma'nın fethi adlı ilk konulu italyan tarihsel filmin yapılmasıyla başlar. gerçekçi anlatımı, başarılı stüdyo çekimleri ve dış çekimleriyle dikkat çekici bir yapım olarak seyircilerin beğenisini kazanmış olan film, italyan sinemasının başlangıç tarihini temsil etmesi açısından yaşayan bir belge, bir anıt özelliğini günümüze dek taşımıştır. ancak 1905 yılı italya’nın sinemayla ilk tanıştığı tarih değildir.
YanıtlaSilitalyan sinemasının geçmişine doğru gidildiğinde ilk olarak 11 kasım 1895 tarihi göze çarpmaktadır. bu tarih, filoteo alberini’nin ‘’kinetografa alberini’’olarak adlandırdığı icadına patent aldığı gündür, fakat bu kullanım hakkı ile gerçekleştirilen ilk çalışmalar 1905 yılında gerçekleştirilebilmiştir.
bu tarihe kadar birkaç lumiére eğitmeni ve yerli kameramanlar gündelik yaşamı doğal canlılığıyla kaydettiler. 1896 yılıyla birlikte gezici müzik ve kumpanyalarının gösterileri fotoğraflama teknikleriyle filme alındı.
lumiére kardeşler’in gerçekleştirdikleri film çalışmaları italya’da ilk kez gösterildiğinde izleyenleri büyük ölçüde etkilemiş ve italyan basınında övgü dolu ve şaşırtıcı yorumlarla yer almıştır. italya’nın sinemayla tanışmasının ve gerçekleştirilen ilk gösterimlerin ardından sinemanın yaygınlaşması gezici sirkler ve gösteri kumpanyaları aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. bir süreliğine sinema gösterimleri gezici tiyatro kumpanyaları, sirk gösterileri ve kaberelerin sonunda bölümler halinde aktarılmış, daha sonra halk tarafından ilgi görmesiyle varyete gösterilerinin önüne geçmiştir. bu noktada gezici kumpanyalardan sinema salonlarına geçiş sürecinde önemli rol oynayan iki isimden söz etmekte yarar var: almerigo ve luigi roatto. roatto kardeşler sinemanın ilk yıllarında gezici kumpanyalarda çalışarak film gösterimlerini gerçekleştirmiştir. 1905 yılının temmuz ayında luigi roatto tüm projeksiyon cihazlarını satarak kardeşiyle birlikte venedik’te ilk sinema salonu (cinema edison) açmıştır. bir yandan kısa film çalışmaları da gerçekleştiren roatto kardeşler bu ilk girişimin ardından udine, cividale, ferrara gibi şehirlerde sinema salonları açarak yatırım alanlarını genişleşmişler, böylece 1907 yılına gelindiğinde italya’nın pek çok şehir ve bölgesinde yaklaşık 30 sinema salonun sahibi olmuşlardır.
luigi roatto ve almerigo tarihsel açıdan alberini kadar önemsenmemiş olsalarda girişimci ve cesur karakterleriyle gezici kumpanyadan sinema salonuna geçişi sağlamış olmalarıyla bu iki sistem arasında anahtar rolünü üstlenmişlerdir.
ilk gösterimlerin ardından italya’da sinema, kendi seyirci kitlesinin yaratmıştır. özellikle de kadın seyirciler için ortak bir eğlence bir alanı yaratan bu sanat; genç, yaşlı, dışarıda ya da evde çalışan pek çok kadının bir araya getirerek, erkek egemenliğinin sürdüğü meyhane kültürüne bir alternatif olarak gelişmiştir.
1915 yılına kadar hem sinema seyircisinin hem de sinema salonlarının sayısında artış göze çarpar. italya, o zamana kadar ekonomisi tarıma dayalı olan gelir düzeyi düşük bir ülkedir, ancak sinemanın gelişi ve yaşanan gelişmeler yeni bir endüstrinin oluşmasını ve ekonominin yükselişe geçmesinin sağlamıştır.
katkım olsun.