Charlie Chaplin,
sessiz dönemin en meşhur palyaçosu; odalarımızın, kafelerin, sinema
salonlarının duvarlarını posterleri ile süsleyen adam. Güldürürken düşündüren
ilk kişilerden. Dönemin belkide değil, öyle olan, en önemli ismi. İnsanlar
kendisini çılgın gibi seviyordu. Oyuncaklar, reklamlar, onun gibi -şarlo- giyinenenler,
setlerini basan sevenleri ve dahası. Ölümünden 37 yıl geçmesine rağmen hala çok
büyük bir kitlesi var, hala insanların odalarında koleksiyon filmlerinde
duruyor kendisi. Esas soru şu esasında; Charles esasında nasıl biriydi? Tüm
dünyayı kahkaya boğan şarlo kendi gülüyor muydu hiç?
Charles yani Chaplin,
şaşalı döneminin tam zıttı bir çocukluk geçirdi. 1889 doğumlu Charles'ın annesi
de babası da pek tanınmamış müzikhol sanatçılarıydı. Baba alkolden dolayı genç
yaşta ölünce Charles hem çalışmak hem de üvey kardeşi Sydney'e bakmak zorunda
kaldı. İnanması güç ama Charles daha 10 yaşında parasızlık, açlık, delilik ve
sarhoşluğu yaşadı. Londra sokaklarının soğukluğunu ve kimsesizler yurdunun acısını
çok iyi biliyordu. Ama güçlü bir çocuktu...
10 yaşında bir tahta
kundura dansı gösterisinde, daha sonra da kimi komik rollerde yer buldu. 1908
yılı, hayatının dönüm noktalarından
biriydi. Fred Karno, onu Dilsiz Komedyenleri'ne aldı. Burada hem sahne
sanatları hakkında deneyim kazandı hem de kendine bir yuva buldu. Aynı Fred
Karno, Stan Laurel'i de yetiştiren kişidir. Velhasıl kelam, Charles, Karno'nun
yanında kendini çok iyi yetiştirdi. Hayatının 2. dönüm noktası da Karno ile
Amerika'ya gittikleri turnede gerçekleşti. Mack Sennett, Amerika'nın Karno'su,
yeni kurduğu Keystone film şirketine adını Chaffin zannettiği Chaplin'in
transfer etmeyi başardı. Charles'ın yeni durağı artık Amerika idi.
Tabii biz Chaplin'i
şarlo karakteri ile tanıyoruz. Halbuki Şarlo karakteri 1914'e kadar ortaya
çıkmadı. Çıkışı da planlı olmadı. Tamamen Charles'ın doğaçlama seçtiği
kıyafetler ve uydurduğu bir tiplemedir Şarlo. Kimilerine göre Şarlo,
çocukluğunun dışa vurumudur. Dediğim gibi, 1914 yılında, Kid Auto Races at Venice
adlı filminde şarlo ilk defa kamera karşısına geçti. Charles, Keystone'da tam
tamına 35 kısa filde yer aldı. Ünü git gide artmakta ve arzusu Mack Sennett'in
onu zaptedebileceğinin üstündeydi. Charles daha iyi para için Keystone'u
bıraktı ve Essenay ile anlaştı. Lakin Essenay'de daha özgür olacağını düşünen
Charles dayatma senaryoların olduğu bir şirkete geldiğini fark etti. Her günü
keyifli geçmeyen Essenay döneminde 14 filmde rol aldı ve yönetmenliğini yaptı.
Esseney döneminin en
önemli özelliği ise, Chaplin'in ününün tüm dünyaya yayılmış olması. Setlerini
sevenleri basıyor, önemli gazetelerde dönemin en meşhur kişisi olarak ilan
ediliyordu. Şöhreti arttıkça, kazancı da artıyordu. Essenay'deki sözleşmesi
bittikten sonra Mutual ile o dönem görülmemiş bir sözleşme imzalar. Bizler
Chaplin'i en meşhur filmleri olan The Kid veya Modern Times ile tanırız lakin
kendisi, en yaratıcı ve en mutlu dönemini Mutual'da film yaptığı dönem olarak
tanımlar. Filmlerin adlarını siz araştırın benim sayfam şimdi ona yetmez.
Gel gelelim en
bilinmeyen bölümlere. Mutual'da mutlu olmasına rağmen First National kendisine
çok daha iyi bir sözleşme önerir. Tabii aynı dönemlerde de Chaplin, dönemin en
önemli isimleri olan Marry Pickford, Douglas Fairbanks ve D.W. Griffith ile
United Artist'i kurdu; sonraki tüm Amerikan yapımı uzun metrajlı filmleri bu
kuruluş tarafından piyasaya sürüldü. Cebine giren parayı arttırmasına karşın
artık sorgulanmaya başlayan biri olmuştu. Onun en iyi filmleri dediğimiz
filmleri esasında büyük sıkıntıların üzerine kurulmuştu. Charles
mükemmelliyetçi bir insandı. İstediğini alana kadar sahneleri tekrar tekrar
çektirirdi. O sevimli şarlo'ya bakmayın hiç, sinirli bir kişiliği vardı ve bunu
oyuncularından çıkarırdı. Sette yaşadığı sorunların yanında ilham ve yaratıcığında
da azalma yaşıyordu. İlk uzun metrajlı filmi olan The Kid'in sıkıntılı bir
çekim süreci vardı. Charles durumun farkında olup sözleşmesini fesih etmek istedi
lakin First National başkası ile çalışacağına bizle kalsın diyerek red etti.
The Gold Rush filmi ile iyi bir ivme yakalayan Chaplin, yaşadığı bütün
sıkıntıları ve karısı ile ayrılmasından kalan burukluğu çektiği The Circus
filminde istemese de belli etti.
Sesin sinemaya
gelmesi ile birçok oyuncu, yönetmen sinemadan çekildi. Bunların arasında önemli
kişiler de vardı. Charles ise sesin sinema ile birleşeceğini biliyordu. Lakin
kendi çekim yöntemlerinden vazgeçmeyince, 1928'de çekimine başladığı sinema
tarihinin en önemli filmlerinden biri olan City Lights anca 1931'de bitti ve
diğer filmlere nazaran biraz tarihi geçmiş gözüktü. Çağa uyum sağlamayı red
edişi birçok kişi tarafından takdir edilse de Chaplin yavaş yavaş sese geçiş
yapıyordu. Modern Times filminde sessiz film mantığını korumaya çalışan
Chaplin, bu inadına The Great Dictator filminde vazgeçti. Ardından da Monsieur
Verdoux ve Buster Keaton'ın da rol aldığı Limelight filmini çekti.
Chaplin diğer sinemacılardan
çok farklıydı. İnatçı biriydi; bildiğini okurdu. Filmlerinde eleştiriyi
kullanmayı çok seviyordu ve bunu da çok iyi bir şekilde yapıyordu. Hem
güldürüyor hem de eleştiriyordu. Modern Times harika bir dönem eleştirisiydi.
The Great Dictator savaşa ve savaşın acılarına farklı bir bakış açısıydı. Hatta
Chaplin filmde Hitler'i canlandırıyor ve sanırım sinema tarihinde Hitler ile
hiç bu kadar alay edilmemiştir. Limelight kendi vodvil hayatını ve yaşadığı
sıkıntıları anlatıyordu.The Gold Rush, Klondyke'lı altın arayıcılarının
yoksulluğunu anlatıyordu. Chaplin her daim halkın yanında biriydi. İşte onun bu
tavrı, sürülmesine neden oldu.
Chaplin'in
eleştiriler bakışı, açıkça belli ettiği liberal yanı ve solcu kişiliği yüzünden
FBI kendisi hakkında soruşturma başlattı. Chaplin'i, sonradan yalan olduğu
ortaya çıkan Joan Barry'nin babalık davası ve bir dizi suçlama ile lekelemeye,
şanını bitirmeye çalıştılar. Chaplin'i komünizm sempatizanlığı ile suçladılar
ki dönemin en meşhur çamuru, birini komünizm ile suçlamak idi. Ve olan oldu...
Chaplin, Limelight'ın Londra prömiyerine gittiğinde FBI kendisinin Amerika'ya
giriş iznini iptal ettirdi. Böylece Chaplin hayatının geri kalanını Avrupa'da
geçirmek zorunda kaldı. 1972 yılında
kendisine onur Sscar'ı vermek isteyen akademi için kısa bir süre de olsa
Amerika'ya döndü. 1953'te İsviçre'ye yerleşti ve karısı Oona O'Neill ve sekiz
çocuğu ile orada yaşadı. Avrupa'da kimi çalışmalar yapsa da o eski ününe asla
geri dönemedi. 1975 yılında şövalye ödülünü aldı ve 1977 Noel'inde, sör Charles
Chaplin olarak cennetteki yerini aldı.
Charles zor bir
adamdı. Hayat kendisini daha küçük yaştan yıpratmasına rağmen pes etmedi,
dünyanın bir numarası oldu. Sanatsal olarak yaptığı filmlerini ileriki yıllarda
eleştirel bir tarza çevirdi. Şarlo'su kötülük dolu dünyada düzensizliğe karşı
savaşıyordu. Halkın adamı haline geldi ve devletin eli ile tekrar hiçliğe
itildi. Yaptıkları, sinemaya kattıkları, her büyük sanatçıda olduğu gibi
sonradan anlaşıldı. Günümüzde hala popülaritesini koruyor, simge olmaya devam
ediyor. Onun en iyi döneminde sinemada bulunmuş olan babaanne ve dedelerimiz
hala hayattalar çok şükür. Gidin onlara sorun, onlar anlatsınlar size ne kadar
sevildiğini. Charles şuanda tam olarak popülaritenin simgelerinden biri
olmasına rağmen özüne inildiğinde esasında bizden biri olduğunu çok iyi bir
şekilde görebiliyoruz. O, sıkıntılarımızı perdeye yansıtan ve bunu yaparken
bizi güldüren sevimli bir adamdı.
Dipnot geçmeden bitirmeyeyim yazımı. Game of Thrones'da, Rob
Stark'ın karısı Talisa
Maegyr'i canlandıran Oona Chaplin, Charlie Chaplin'in torunudur.
0 yorum:
Yorum Gönder