Türk sineması 90'larda resmen ölü taklidi
yaparak ortadan kayboldu. Eşkiya ile geri dönüş yapan Türk sneması 2000'lerde
kendini anca topladı ve şimdilerde adını bazı yönetmenler sayesinde az biraz
duyuruyor, çok şükür. Peki avrupa ülkeleri bu kadar gelişmiş, ders konularımız
olmuşken, biz neden ders konusu olamayacak kadar başarısız olduk? Bunun genel itibari
ile 15 sebebi var. Hepsi de Türk sinemasının gelişememesinde çok büyük rol
oynamıştır. Bu nedenlerin hiçbiri de benim kişisel seçimim değil, bizzat
nedenlerdir.
1)
Osmanlı İmparatorluğu'nun Sinemaya Sıcak Bakamaması
1895'in 28 Aralığında Lumiere kardeşler
sinemayı bulduğunda, Osmanlı İmparatorluğu dış güçler ile boğuşuyordu. Her
ülkeye olduğu gibi sinema bizim topraklarımıza da 1896 yılında geldi. İlk film
gösteriminin sarayda yapıldığı söylenir. Lakin durum şu: avrupa ülkeri ve ana
akım olan Amerika bir nebze rahat iken, Osmanlı rahat olmadığı, sürekli bir
savaş ve işgal durumunda olduğundan maalesef sinemaya önem verememiştir. Hak
vermek de gerek. Sinemaya sahip çıkacak biri de ancak 1897'de gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer ülkeler gibi sinemaya balıklama dalması pek
mümkün olamadığından, maalesef sinemamız te 1914'lere kadar gecikmiştir.
2)
Başarısız Arşivcilik
İlk türk filmi hep bir tartışma konusudur. İlk
Türk filmi olarak sayılan Ayastefanos'taki Rus abidesinin yıkılışı 1914 yılında
çekilmiştir ve Fuat Uzkınay'a aittir. Lakin Osmanlı topraklarında ilk çekimleri
avrupalılar yapmıştır. Osmanlı tebasında olup da ilk çekim yapanlarda
Makedonyalı Manaki kardeşlerdir. Kendileri, köken olarak Türk olmadıklarından
dolayı ilk Türk filmi, çektikleri 'V.Sultan Mehmed Reşat'ın Manastır ve Selanik
ziyareti' değildir. Bizim ilk filmimiz hangisidir tartışmaları yıllarca
sürmüştür. Sürmesinin sebebi de arşivciliğin olmamasıdır. Bunu gene savaş
haline bağlayabiliriz. Manaki kardeşlerin çektikleri belgeselimsi film
Makedonya'da müzede sergilenmektedir. Bizim ilk filmimiz ise 2000'lerde hala
tartışılıyor, gizemi ise yeni çözülmüş durumda.
"Bu
film 1941'de Ankara'ya nakil edilirken ambalaj yapılırken üst üste
sarılmasından ötürü diğer arşivdeki filmlere karışmıştır" (Evren. 2003, s.
12-13)
Durumun
vahimliği ortada.
3)
Muhsin Ertuğrul ve Tiyatrocular Dönemi
Ülkede sinema yapacak adam yoktur. Sadece bir
kişi bu işe kalkışır: bir tiyatrocu olan Muhsin Ertuğrul. Seden kardeşleri ikna
ederek Kemal Film'i kurdurur ve Türk sinemasına 17 sene boyunca kilit vuracağı
ilk filmlerini bu şirkette yapar. Muhsin Ertuğrul o dönemde sinema yapan tek
kişidir. Ama şöyle de enteresan bir durum var; o sinema yapmasa başkası
yapmazdı diyemeyiz. Muhsin Ertuğrul ne kadar sinemaya büyük katkılar yapmış
olsa da, 1922-1939 seneleri arası, kendisinden başka kimsenin sinema yapmasına
izin vermediği iddia edilmiştir. 17 sene boyunca sadece tek başına bir insanın
film yapıyor olması, başkasının çıkıp film yapmak istememesi açıkcası bana mümkün
değil gibi geliyor. Gücü eline almış biri olarak genç sinemacılar çıkaramamış
olması, kimseye öncü olamamış olması bana çok ama çok garip geliyor. Muhsin
Ertuğrul, genç sinemacıları engelleyerek sinemanın gelişmesine büyük bir darbe
vurmuştur diyebiliriz, iddiaya göre. Fakat sadece bunu yapmamıştır.
4)
Yapı Kredi Fiyaskosu
Muhsin Ertuğrul sıra sıra filmlerini yaparken
Yapı Kredi bankası kendisine sponsor olmayı kabul eder. Seneler geçtikçe
geçiyor, avrupalı ne filmler çıkarıyordu, bizim daha bir renkli filmimiz bile
yoktu. Yapı Kredi yardımı ile Muhsin Ertuğrul ilk rekli filmi çeker. Filmin
adı: Halıcı Kız. Lakin film tam bir fiyasko oluyor. Başarısızlık sebebiyle Yapı
Kredi büyük zarar ediyor. Zarar sonrası da elini ayağını sinemadan çekiyor.
Muhsin Ertuğrul'un başarısızlığı sebebiyle Yapı Kredi gibi güçlü bir para
kaynağı sinemadan elini ebediyen çekiyor. Film başarılı olsaydı, iyi para
yatırılmış kaliteli filmlerimiz olabilirdi.
5)
2. Dünya Savaşı ve Mısır Filmleri
Zaten sinemamız 1. dünya savaşı sebebiyle bir
türlü start alamadı çünkü baş rol olan ülke bizdik. 2. dünya savaşının da bize
çok ama çok enteresan bir etkisi oldu. Ne mi? 2. Dünya Savaşı başlayınca
Amerika doğal olarak film ithalatını avrupaya yapamamaya başladı. Doğrudan
Türkiye'ye hiçbir şekilde giriş yapılamıyordu. Tabii Amerika bu işlerin çakalı.
İlla ki filmlerini ona buna izletecek, boşuna ana akım değiller, filmlerini
gemi vasıtasıyla aktarmalı bir şekilde ulaştırmaya başlıyorlar. Bizim ülkemize
gelen gemi ilk önce Mısır'a uğruyordu. Mısır'dan aktarmalı bir şekilde bize geliyordu. Peki Mısırlı
kardeşlerimiz hiç sessiz kalır mı? Onlar da çakallık yapıyorlar. Mısır'dan
aktarmalı gelen gemilere kendi filmlerini yerleştirerek ülkemize soktular.
Bunun etkisi ne oldu? Arabesk, dram, trajedi, sürekli hüzün konulu filmler
nereden geldi sanıyorsunuz? Bir anda şarkılı melodramlar türedi. Halk da
bunları sevdi, benimsedi. Sonra ver elini dramaya abanan Türk filmleri.
6)
Faruk Kenç ve Dublaj
Bu adama ne kadar sövsek azdır. Ben açıkçası
sövüyorum. Bir de Rusların yaptığı, bulduğu sisteme söverim hep. Onlarınki daha
beter. Faruk Kenç kendi kendine düşünüp demiş ki; neden filmleri sessiz çekip
sonradan üzerlerine dublaj yapmıyoruz? Faruk Kenç'in bulduğu bu yöntem maalesef
çok tutuluyor. Neden mi? Çünkü ucuz. Filmler sessiz çekiliyor, stüdyolarda
seslendiriliyordu, film esnasında ekstra bir uğraşa girmiyorlardı. Bir neden
daha var mesela? Sesi güzel olmayan ama tipi güzel olan büyün oyuncular
sinemada yerini aldı. Halka istedikleri kişileri dublajlı şekilde
izlettirebildiler. Amerika'da sessiz sinema bittiğinde sesi güzel olmayan
kişisel sinemayı bıraktı, bizde sesi güzel olmayan insanlara sinemaya girdi,
faka bak. Ağız ile konuşma birbirine uymayan, hatta oyuncunun tipine uymayan bu
dublajlar uzun ama uzun yıllar devam etti. Teşekkürler Faruk Kenç.
7) 19
Temmuz 1939 Nizamnamesi
Onlar buna 'Filmlerin ve Film Senaryolarının
Kontrolüne Dair Nizamname' diyorlar, biz buna kısacası sansür diyoruz. Bu
nizamname sayesinde polis, filmin istediği herhangi bir safhasında olaya dahil
olabilecekti. Bu saatten sonra yapımcılar ve senaristler çok ama çok dikkat
etmek zorundaydı. Bu nizamname'den kurtulmak için çeşit çeşit yöntemler
denemişlerdir. Ömer Kavur bu durumu şöyle anlatıyor:
"O
yıllarda polisin kasketinin yamuk durması bile sansür sebebiydi. Beyninizin
içinde copunu sallayan küçük bir polis var, 'onu yapma, bunu yapma!' diyor ha
bire. Kendinizi ister istemez sınırlandırıyorsunuz" (Türk Sinema'sının
Ustalarından Sinema Dersleri, 2006, s.110)
8)
Sinema Dergilerinin Magazinselliği
Sinemanın ülkeye yayılamamasının en büyük
sebeplerinden biri de 1940-70 arası sinema dergilerinin magazin dergisi gibi
olmasıydı. Sanatsal olarak değil de olaya magazinsel bakmaları sinemanın bir
sanat olduğundan çok paparazi işi olduğunu göstermeleri insanlara. Kötü bir
algı oluşturmuştur diyebiliriz. Halbuki 60'lar Fransa'sında Cahiers Du Cinema
var, içindeki yazarlar sonra dünya sinemasını yerle bir edecekler falan.
9)
Dinin Sinemaya Sıçraması
1950'lerde, dönemin yönetimi sebebi de etkili
bu konuda, bir anda filmlere dini unsurlar monte edilmeye başlandı. Namaz, ezan
sesleri, dualar filmlerin olmazsa olmazı oldu. Bunu yapanlar da Yeşilçam
filmleriydi. Sanatsal bakış açısı -zaten yok- iyice kayboluyordu, yerini gerici
bir sinema kafasına bırakıyordu.
10)
Dağıtımın Yetersizliği
Sene 1960 olmasına rağman halen bir dağıtım
sistemi geliştirilememişti. Bölgesel dağıtım birimleri kurulmuş olmasına
karşın, düzgün bir sisteme oturtturulamadığı için maalesef filmler her yere
ulaşamıyordu, geç ulaşıyordu ya da hiç ulaşmıyordu. Elin Amerikalısı bunu taa
1920'lerde çözer, biz ise hala sistemsizlik ile boğuşuruz.
11)
Anayasa ve Darbeler
Türk sinemasının sürekli istop etmesinin bir
sebebi de, birkaç yılda bir değişen ülke yönetimi ve anayasadır. Darbeler ve
anayasa değişiklikleri Türk sinemasını
hiç durdurmamıştır lakin Türk sinemasının gidişatına hep bir mola verdirmiştir.
Çünkü olacaklar ve değişimler sinemaya da yansıyacaktır.
12)
Televizyonun Çıkması ve Seks Filmleri
1970'lerde Türkiye'ye TV gelir. TV'nin gelmesi
ile beraber zaten sinemaya gitmeyen halk iyice sinemadan kopar. Bu sorunu bütün
dünya yaşadı o kesin. Ama bizde sinema duracak hale geldi. Tabii yapımcıların
buna kesinlikle bir çare bulmaları gerekiyordu. Öyle bir çare buldular ki
sinemamızın gene olduğu yerde sekmesine hatta karanlığa gömülmesine sebep
oldular. Enteresandır, dönemin yönetimin muhafazakar olmasına rağmen ve sansür
yasası hala durmasına rağmen sinema salonlarını bir anda seks konulu filmler
doldurur. Yapımcılar çareyi sinemaya sadece erkekleri çekmekte bulur; başarılı
da olurlar. Sinemamız bir anda seks konulu filmler ile süslenir. Sanat? Ona
ulaşılamıyor.
13)
Furya Filmler
Sinemamızın gelişmesine hem de gelişememesine
sebep olan bir neden de Furya filmlerdir. Yapımcılar halkı sinemaya çekmek için
çareyi kahraman üretmekte bulur. Battal Gaziler, Tarkanlar, Teomanlar
bilmemneler bir anda ortaya çıkar. Hepsinin de teması eskiden kanımıza işleyen
dindir. Müslümanlığı güçlü kahramanlar kafir hristiyanlara karşı savaşır. Basit
ve kalitesiz olmalarına karşın dönemi iyi idare ettikleri açık. Kötü filmler
mi? Hayır. Ama temeli maalsef kötü bir zemine kurulmuş olan filmlerdir hepsi.
14)
Hollywood Darbesi
12 Eylül Darbesi. Darbe sonrası nizamname
kaldırılı ve seks filmleri de sanki hiç gelmemiş gibi ortadan kayboldu. Ee,
seks filmleri gidince sinema perdeleri boş kaldı. Metin Erksan, Lütfi Ömer Akad
ya da Atıf Yılmaz gibi üstadlar film yapıyorlardı. Fakat yetmiyordu. İşte
sinemamızı nakavt edecek o darbe geldi: Hollywood darbesi. Yapımcılar çareyi
Amerikan filmlerini Türkiye'ye getirmekte bulur. Filmler tabii ki beğenilir.
Geldikçe gelir. Böylece salonlar yabancı filmler ile dolar. Türk sineması, dibi
boylar.
15)
Arabesk Filmler ve Kasetler
Türki sineması dibi boylamışken yapımcılar
gene çakallık yaparak halkın kanına girmeye çalıştılar ve her zaman olduğu gibi
başardılar. Çünkü halk temelde buna alışmış, onlara hep bunlar izlettirilmiş.
Dönemin arabesk şarkıcıları film yıldızı yapılır. Arabesk filmler çekilir.
Filmler sinemaya çok fazla izleyici çekmez ama çareler de tükenmez. Arabesk
film furyası kasetler vasıtasıyla tüm herkesin evine ulaşır. Arabesk filmler
sinemadan çok evde izlenmeye başlar. Gene kalitesiz, gene insanın kanına
girmeye çalışan filmler perdeleri ve televizyon ekranlarının süsler. Dibi
boyladıkça boylarız.
Son not: Şimdi ülkede güzel şeyler olmuyor muydu?
Oluyordu tabii ki. 3-5 isim 'toplumsal gerçekçi' filmler yaparak sinemayı
gerçek amacında kullanıyordu. İnsanlara bir 'merem' anlatıyorlardı. Hiçbir şey
anlatmayan, tamamen dram ve din üzerine kurulu filmler ise bu kişilerin
çabasını gölgeliyordu. Ben şahsen ben yapılmış olan tüm o b-film'leri başarılı
buluyorum. Korku filmleri, süper kahraman filmleri bence başarılıydı. Neden?
Çünkü yapmaya çalıştıkları şey konuya hizmet ediyordu. Lakin bahsettiğim
nedenlerde yer alan filmler sadece pamuk ellere, ceplere hizmet ediyordu.
Sinema ülkemizde maalesef sadece 'gişe' amaçlı kullanıldı. Dikkat ederseniz
hala da devam ediyor, hatta çok da başarılı olup, ülkenin en çok izlenen
filmleri haline geliyorlar.
0 yorum:
Yorum Gönder