belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2015 Pazartesi

Türk toplumu olarak belgeselleri çok seviyoruz. Gerçi belgesellerin reytingleri düşük ama olsun; ortamlarda izliyoruz deriz, kim bilecek. Hadi sizi biraz kaplanların doğal yaşamlarından ayırayım ve izlediğinizde fikirlerinizi değiştirebilecek, dünya görüşünüzü yenileyecek, kafanızı karıştırabilecek belgeseller ile tanıştırayım. Kesinlikle hiçbir abartım yok; izlediğinizde fikirlerinizi değiştirebilecek derecede güçlü ve değerli 22 belgesel koyacağım. Seçin, beğenin, izleyin... Ama emin olun, izledikten sonra eski siz olmayacaksınız. Hadi buyrun:

1. Citizenfour
Yönetmen: Laura Poitras
Tarih: 2014

İlk tercihim Citizenfour oldu çünkü belgesel 2015 Akademi Ödülleri'nde En İyi Belgesel Ödülü'nü almayı başardı. Zaten alacağı da çok belliydi. Belgeselin içinde yer alan 2 gazeteci Laura Poitras ve Glenn Greenwald Pulitzer Ödülü'ne layık görüldüler. Belgeselde eski bir NSA çalışanı olan Edward Snowden'ın kaçırdığı dosyalar üzerinden ortaya attığı büyük bir iddia anlatılıyor. İddiaya göre; 11 Eylül sonrası Amerika, Prism adını verdiği bir teknoloji ile insanları, iradelerinin dışında takip ediyor ve bilgi topluyor. Yani bizi istedikleri zaman istedikleri herhangi bir kameradan takip edebiliyorlar. Oscar almayı başaran belgesel sayesinde 'Person of İnterest' gibi bir dizinin gerçekliği tartışılır oldu.



2. Hot Girls Wanted
Yönetmen: Jill BauerRonna Gradus
Tarih: 2015

Porno sektörüne büyük ihtimal hiç bu kadar yakından bakmamışınızdır. İçinde gerçek pornocuların olduğu, onların hayatlarının anlatıldığı; ne kadar kazandıklarına, nasıl yaşadıklarına, çekimlerin nasıl yapıldığına dair her türlü bilginin 'hiçbir kurmaca olmadan' gösterildiği bir belgesel. Emmy ödüllerine aday olan ve Sundance'in özel seçimi olan belgesel porno izleyicilerinin büyük ihtimal tanıdığı pornocuları barındırıyor içinde. Belgesel sonrası porno sektörüne bakış açınız değişebilir; değişecektir ve porno sektörü hakkında soru işaretlerinize büyük ihtimal cevap bulmuş olacaksınız.



3. Zeitgeist: the Movie
Yönetmen: Peter Joseph
Tarih: 2007

Hala izlemeyen varsa ekran başına alalım. 3 seri olan Zeitgeist'ın bu ilk filminde din, para sistemi ve 11 eylül üzerine aşırı iddialı bilgiler var. İzledikten sonra din konusunda fikirleriniz değişebilir, ekonomi hakkında düşünceleriniz pekişebilir ve 11 eylül hakkında hala şüpheleriniz varsa kalkabilir. 



4. Zeitgeist: Addendum
Yönetmen: Peter Joseph
Tarih: 2008

Serinin ikinci filmi olan Addendum gene iddialı konulara değiniyor: Para sistemine bir daha giren belgeselimiz; bir taraftan dünyayı nasıl yok ettiğimizi ve esasında ne kadar yanlış şehirleştiğimizi, bir taraftan da Venüs Projesi adında dünya kaynaklarını yok etmeden nasıl kullanmamız gerektiğini anlatan bir proje sunuyor. 




5. Zeitgeist: Moving Forward
Yönetmen: Peter Joseph
Tarih: 2011

Serinin üçüncü filmi olan belgeselimiz, diğer 2 belgesele nazaran daha iddialı. Doğum ve çocuk gelişimine değinmesinin ardından, toplumdaki sorunların anne karnından başladığını, ardından parasal sisteme tekrar girip, yepyeni bir dünya keşfetsek o dünyada nasıl şehirleşmemiz gerektiğini ele alıyor. Belgeseli izledikten sonra büyük ihtimal anlattıkları şehirleşme modeli üzerine arkadaşlarınız ile tartışacaksınız.



6. The Act of Killing
Yönetmen: Joshua Oppenheimer
Tarih: 2012

The Act of Killing; zamanında Endonezya'da yapılan komünist katliamına değiniyor. Kamerasını alan Joshua Oppenheimer Endonezya'ya gidiyor ve orada bu katliamları yapan kişiler ile görüşüyor. Belgesel büyük ihtimal tüylerinizi ürpertecektir çünkü katliamları yapan kişiler gram pişmanlık duymuyor ve yaptıklarını da ballandıra ballandıra, hatta canlandırarak anlatıyorlar. Oscar'da aday olmasına rağmen ödül alamayan fakat Bafta'da en iyi belgesel seçilen bu başyapıt, ölüm ve öldürmek hakkındaki bütün fikirleriniz baştan aşağı değiştirebilir. Keza katillerin öldürme üzerine çektikleri filmler ile bir taraftan sempatik görünürken bir taraftan ne kadar vurdumduymaz olduklarını göreceksiniz.



7. Inside Job
Yönetmen: Charles Ferguson
Tarih: 2010

Belgesellerden birini izleyeyim derseniz ilk seçiminiz 2011'de En İyi Belgesel Oscar'ını almış olan Inside Job olmalıdır. Hani bizi sözde teğet geçen 2009 ekonomik krizinin nasıl çıktığını, 2009'a kadar ki sürecin nasıl ilerlediğini bizzat belgeler ve kişiler ile anlatan bu belgeselde seslendirmeyi Matt Damon yapıyor. İzlediğinizde benim gibi büyük ihtimal sizlerde küfür edeceksiniz çünkü birilerinin sefası yüzünden -maalesef- bütün dünya krize sürükleniyor. Koskoca ülkeyi ve onla beraber bütün dünyayı krize sürükleyenleri görmek, nasıl yaptıklarını öğrenmek istiyorsanız, buyrun ekran başına. Görecekleriniz sizi çok şaşırtacak.



8. The Square a.k.a. Al Midan
Yönetmen: Jehane Noujaim 
Tarih: 2013

Eminim ki izlediğinizde belgesel ile muhteşem bir empati kuracaksınız  çünkü burada yaşananları biz de yaşadık. Mısır direnişini anlatan belgesel, bizzat direnişin içinden görüntüleri ve kişileri içeriyor. Direnişin nasıl başladığını, nasıl kandırıldıklarını, nasıl devlet tarafından öldürüldüklerini ve El-Sisi'nin darbesine kadar olan sürece tanıklık ediyorsunuz. Belgesel Oscar'a aday olmasına rağmen ödül alamadı ama Emmy'den ve Berlin'den ödül alarak ayrılmayı başardı. Gezi direnişinde yer alanlarınız varsa, izlerken duygulanmanız muhtemeldir.


9. Bowling for Columbine
Yönetmen: Michael Moore
Tarih: 2002

Michael Moore; Amerika'nın en önemli belgesel sinemacılarından biridir. Sorun olduğunu düşündüğü her şeye burnunu sokar, gerçekleri bütün çıplaklığı ve belgeleri ile ortaya koyar. 2002 yılında yaptığı bu belgesel Amerika'daki bireysel silahlanmanın korkunç yüzünü ortaya koyuyor... 2003'de En İyi Belgesel Ödülü'nü alan bu başyapıt; Amerika'da bireysel silahlanmanın oranlarını ve bu oranlara paralel ölüm istatistikleri üzerine düşerken aynı zamanda neden Kanada'da silahlı ölüm azken Amerika'da çok sorusu üzerine odaklanıyor. Keza Moore'un belgesel sırasında gerçekleştirdiği bazı başarılar da takdire şayan. Bireysel silahlanmanın çok olduğu ve bilinçsiz kullanıldığı ülkemizde böyle bir belgesel ilginizi çekebilir.

--- spoiler ---

belgeselden komik bir bölüm:
satıcı: evin aşağısına da bir güvenlik odası yaptık. kapı oldukça sağlam. böylece saldırgana engel çıkarmış olduk.
moore: baltayla kırılabilir mi?
satıcı: evet, balta ile kırılabilir.

--- spoiler ---



10. Fahrenheit 9/11
Yönetmen: Michael Moore
Tarih: 2004

Michael Moore'un bir diğer belgeseli, 11 eylül olaylarını ve 11 eylül olaylarının baş kahramanlarını anlatan başyapıtı. Ülkemizde herhangi bir kişi böyle bir çalışma yapsa büyük ihtimal ya öldürülürdü ya da kendini hapishanede bulurdu. Bizzat belgeleri ile olayların nasıl geliştiğini, Amerika'nın olayların ne kadar içinde olduğunu anlatıyor Moore. Zeitgeist öncesi yapılmış en çarpıcı 11 eylül belgeselidir.



11. Sicko
Yönetmen: Michael Moore
Tarih: 2007

Michael Moore'un ses getiren en önemli belgesellerinden biri. Bu sefer de sağlık sistemi ve gene silahlanma üzerine giden Moore, bu konularla ilgili sorunları öyle bir ortaya koyuyor ki izlediğinizde birazcık canınız sıkılacaktır, eminim. Belgesel Oscar adayı oldu ama maalesef ödülü alamadı.



12. I Am
Yönetmen: Tom Shadyac
Tarih: 2010

Komedi yönetmeni Tom Shadyac, geçirdiği bir kaza sonrası hayatın anlamını aramaya başlar ve bu muhteşem belgeseli ortaya çıkarır. Shadyac, kalbin işlevi, evrimin ne kadar yanlış anlaşıldığı, enerji ve sevginin gücü üzerine muhteşem bir belgesel hazırlamış. Belgesel tek ödülünü de İnsanlık Ödülü adlı altında bir festivalden alır.



13. Super Size Me
Yönetmen: Morgan Spurlock
Tarih: 2004

Aranızda fast food düşkünü varsa ilgisini çekebilecek muhteşem başarılı ama bir o kadar da tehlikeli belgesel. Morgan Spurlock, Amerika'daki obezite üzerine odaklanıyor ve fast food gerçekten de zararlı mı sorusuna ilginç bir deney ile cevap vermeye çalışıyor: Nasıl mı? Tam bir ay boyunca Mc Donalds yiyerek ve Mc Donalds menüsünde yer almayan her şeyden uzak durarak. 1 boyunca hergün günde 3 öğün Mc Donalds yenirse ne olacağını doktor ekibi ile bize kanıtlamaya çalışıyor. Sonuçtan çok süreç ve obezite hakkında araştırmalar epey ilginizi çekebilir. Belgesel Oscar'da aday oldu ama ödüle ulaşamadı.



14. History of the World in 2 Hours
Yönetmen: Douglas Cohen
Tarih: 2011

Dünya tarihini araştırmak isteyenler ama vakti olmayanlar için birebir belgesel. Bütün dünya tarihini -evrim dahil- 2 saatte anlatabileceklerini iddia ediyorlar ve bunu gerçekten de başarıyorlar.. 2 saatte her şeyi öğrenmek istiyorum diyenler, buyrun ekrana.



15. No Land's Song
Yönetmen: Ayat Najafi
Tarih: 2014

Şarkı söylemek kime zarar verebilir ki? 1970 İran Devrimi'nden sonra kadınların ulu orta şarkı söylemeleri yasaklanır. Sara Najafi ise bu kuralı delmek ister ve delme sürecini belgesel yapar. Tabii belgeselin tamamanması yıllar sürer. Karakterimiz, daha sonra İran'dan ve Fransa'dan gelen şarkıcılar ile İran'da bir konser vermek ister fakat devlet buna bir türlü izin vermez. Kadın, mahrem, din ve şarkı üzerine enteresan bilgilerin yer aldığı muhteşem bir mücadeleye tanık olmak istiyorsanız, buyrun ekrana.



16. Benim Çocuğum
Yönetmen: Can Candan
Tarih: 2013

LGBTİ hakkında fikirleriniz nedir bilmiyorum ama fikirlerinizin biraz da olsa değişmesini istiyorsanız "Benim Çocuğum" tam size göre bir belgesel. Bizzat ailelerin ağzından çocuklarının küçüklüklerini, değişimlerini, bunu nasıl kabul edip-edemediklerini ve desteklediklerini izleyip görebilirsiniz. İçindeki aileleri dinledikten sonra fikirlerinizde değişiklik olması muhtemeldir; benimki izledikten sonra değişti çünkü. Belgesel maalesef hiçbir yerde yok ama ben resmi sitesini aşağı link olarak koyuyorum. İsteyen ulaşabilir.




17. This Film is Not Yet Rated
Yönetmen: Kirby Dick
Tarih: 2006

Amerikan sansür sektörünün nasıl işlediğini biliyor musunuz? Filmlerin başında pg ya da pg-13 gibi simgelerin ne demek olduğunu hiç merak ettiniz mi? İşte bu belgeselde Amerika'da filmlerin nasıl sansür kurulundan geçtiğini ve sansür kurulunun kimlerden oluştuğunu öğreneceksiniz. Evet, bu belgeselden önce sansür kurulunda kimlerin çalıştığı bilinmiyordu çünkü isimler devlet tarafından 'baskı altında kalmamaları için' saklanıyordu.



18. The True Cost
Yönetmen: Andrew Morgan
Tarih: 2015

Özellikle tekstil sektöründeki arkadaşların ilgisini epey çekecek bir belgesel. Sektörün nasıl işlediğini ve bu çalışma alanının Bangladeş insanlarını ne kadar etkilediğini görün. Onlarca lira verdiğimiz eşyaların ne zor koşullarda yapıldığını, yapanların ne kadar az kazandığını ve haklarını nasıl da sömürüldüğünü izleyin. Tekstil sektörünün esasında da hiç güzel bir sektör olmadığına şahit olun.



19. Earthlings
Yönetmen: Shaun Monson 
Tarih: 2005

Yemek yerken izlememeniz gereken bir belgesel. Hatta hayvanların kılına zarar gelmesine dayanamayan, midesi sağlam olmayan bütün herkesin uzak durması gereken bir belgesel. Çünkü bu yapım: Hayvanların nasıl hor görüldüğü, mezbahalarda onlara nasıl davranıldığı ve sokak hayvanlarına karşı geliştirilen politikalar üzerine çok ama çok çarpıcı görüntüler içeriyor. Midesi sağlam ben bile birçok sahnede ileriye sarmak zorunda kaldım. Gerçekten de hayvanların cehenneminin biz olduğunu kanıtlayan bu muhteşem belgeselin seslendirmesini Joaquin Phoenix yapıyor.



20. Life in a Day
Yönetmen: Herkes Kendi Videosunun Yönetmeni
Tarih: 2011

Youtube'un ve Nat Geo'nun ortak hazırladığı, 24 temmuz 2010 günü bütün dünyadan toparlanan videoların birleştirilmesi ile yapılmış ve aynı zamanda ben bunları yazarken dünyada binlerce şeyin gerçekleştiğini kanıtlayan muhteşem ötesi bir belgesel. Dünyada yalnız olmadığımızı ve kimsenin aynı olmadığını, suratımıza harika bir şekilde vurmasını sizde istiyorsanız Life in a Day tam size göre. 24 temmuz 2010 günü bütün dünyaya misafir olmak istiyorsanız, buyrun ekran başına.



21. The Salt of the Earth
Yönetmen: Juliano Riberio Salgado, Wim Wenders
Tarih: 2014

İzlerken kısmen sıkılabileceğiniz ama içinde yer alan fotoğrafların ve şahit olunan olaylar ilginizi çekebilir. Ünlü fotoğrafçı Sebastiao Salgado'nun fotoğraflarından ve hayatından yola çıkılarak yapılan belgeselde gerçekten de çarpıcı görüntüler var. Salgado; soykırımlara, açlıktan ölen kabilelere ve fakirlik içinde yüzen toplumlara tek tek uğrayıp onlarla beraber yaşamış, onları fotoğraflamış. Belgesel, Oscar adayı oldu ama ödül alamadı.



22. Downloaded
Yönetmen: Alex Winter
Tarih: 2013

Download patlamasının nasıl başladığını, nasıl geliştiğini anlatan ve Napster'ın sahiplerinin bizzat görüşlerinin yer aldığı ilginç bir belgesel. Özellikle 90'lar neslinin epey ilgisini çekebilir. Çünkü benim de içinde olduğum bu nesil ile birlikte bu download dünyasının ortasında büyüdük. Limewire'ları, Bearshare'ları hepimiz kullandık. Bu devrimin nasıl geliştiğini ayrıntıları ile anlatıyorlar.


1 Ekim 2015 Perşembe


Bir ekşi yazarının Banksy için dediği bir şey vardı:
''Bırakılsa sabaha kadar yazabilecek olmam, başkalarının bilmediklerini bilmemden değil, kendisine olan sevgim ve saygımdandır.''
 Banksy'nin yönetmenlik koltuğuna oturduğu bu filmde; Thierry Guetta isimli eski kıyafetlerin satıldığı bir mağaza sahibi olan ve her anını kameraya kaydeden bir adam konu ediliyor. Annesinin hastalığını küçükken çevresindekilerin ondan saklamasından ötürü hayatındaki detayları kaçırmamak adına içinde kameraya karşı bir tutku başlamış. Herşeyi kayda almasının sebebi olarak bunu düşünüyor ki bu da mantıklı bir sebep.

Kuzeni Invader lakaplı sokaklarda piksel yapıştırmaları ile ünlenen bir sanatçı. Sanat eserlerinin müzelerde para karşılığında gösterilmesine tepki vermek için buna bulaştığını söylüyor. Space Invader isimli atari oyunu ise esinlendiği ilk şey. Genelde çizgi filmlerden ve oyunlardan esinlenerek yaptığı çalışmaları; başta Paris'i olmak üzere dünyanın çoğu sokaklarını süslemektedir. Hepsi çocukluğumuzdan hatırlayabileceğimiz, tebessüm etmemize sebep olabilecek çalışmalar.





Havuç olması gerekmiyor muydu? Neyse.




Invader ile sokaklara çıkmaya başlayan Thierry,  duvarlara bunları yapıştırırken ve çizerken bunun videosunu çekiyor. İşte bütün hikaye burada başlıyor. Ne polisten kaçmadıkları ne de yakalanmadıkları kalmıyor. Bu da onda tıpkı kamera gibi bir tutkunun daha başlamasına vesile olmuşken aynı zamanda Shepard Fairey ile de tanışmasını sağlıyor. 


Shepard Fairey, Barack Obama'yı henüz senatör ve hiç kimse tanımazken uluslararası bir yüz haline getirmişti. Ünlenmesine sebep olan tasarımlarından biri de budur. Günümüzde birçok eşyanın üzerinde görebileceğimiz ''obey'' yani türkçe anlamıyla ''itaat et'' kelimesinin gündeme gelmesine neden olan kişi Shepard'tır. 

İnsan gerçekten hayret ediyor. 


İmzası haline gelen bu ''Obey'' ismini, kullandığı ilk eserinde Fransız güreşçi Dev Andre'den esinlenmiştir. Çalışmalarında genelde kapitalizm, savaş karşıtı cümlelere ve siyasi liderlerin, müzisyenlerin, değerli sanatçıların resimlerine yer veriyor. Hatta Atatürk adına bile yaptığı bir çalışması vardır.







       

Shepard ile adrenalini daha çok hissetmeye başlayan Thierry, günden güne birçok graffitici ile tanışır. Onları işlerinin başındayken çekmek ve o anı yaşamak nefes almasına neden olan tek şey gibi gelir. Bunlardan bir an bile kopamaz. Bir sanat belgeseli çekmeye karar verir fakat asıl onu bekleyen şeyden bihaberdir. Hayatını değiştirecek olan kişiden; Banksy'den. 

Bir anda Banksy'nin eserleri dünyanın her bir duvarında, yaptığı şeylerse tüm haberlerde çıkmaya başlar. Bu eserlerin sahibinin ne yüzünü ne de adresini kimse bilmemektedir. Bu sebeple daha da ilgi çeker. Eserleri genellikle kapitalizm ve savaş karşıtı düşüncelerin anlatıldığı türlerdendir. Tükettiğimiz ürünler ise en sevdiği darbeleri olsa gerek. Modern Sanat, Andy Warhol'dan sonra ilk kez ciddi anlamda böylesine ilgi çekmeye başlar. Banksy'nin Modern Sanat'tan önce Sokak Sanatı adına birçok insana öncü olduğunu düşünüyorum. Tabii ki ondan önce de birçok sokak sanatçısı vardı fakat onun yaptığı eserler diğerlerine: ''Hadi artık cesaretlenme zamanı!'' demek gibidir. Yaptığı şeyi ''Vandalizm'' olarak adlandıran kişiler de var. Bunun Banksy'i üzeceğini pek sanmıyorum.

Thierry'nin Banksy'i duyma anı ise bir haberde önemli bir sanat müzesindeki eserleri değiştirip yerine kendi eserlerini koyan kişinin gündeme gelmesiyle olur. Thierry, bu yapılan şeyin oldukça çılgın ve bir o kadar da mantıklı olduğunu düşünür. Onun bu tutkusunu doyurabilecek tek kişi vardır ki o da bu kişidir. 


Zamanla Banksy adı tüm kulaklarda çınlar hale gelir. Hatta onun eserlerinin yapıldığı duvarlar sanat galerilerinde halka sunulur ya da açık arttırmayla satılır. Batı Şeria Duvarı'nda yaptığı eserle tüm haberlere çıkar. İsrail ile burun buruna gelen Banksy, savaş olduğu kadar umut da vardır der adeta. 

                                                   

Alışılmışın dışında bir tasarım olarak yaptığı telefon kutusunu sokağın ortasına bırakır ve bu kutu açık arttırma ile yüksek bir rakam karşılığında satılır.  


Bunları sadece televizyondan izleyebilen Thierry, artık Banksy ile tanışmanın vakti geldiğini düşünür. Onunla röportaj yapabilmek için yanıp tutuşmaktadır. Bunu Shepard ile paylaşır fakat Shepard ona ulaşmanın çok zor olduğunu söyler. İçinde onunla tanışabileceğine dair bir his oluşur. 

Bir gün bir telefon gelir. Arayan kişi yanında Banksy'nin olduğunu ve Los Angeles'ta Banksy'e yardım edecek birini aradığını söyler. Thierry bunu duyar duymaz yapbozunun son parçasını bulmuş gibi sevinir ve hızlıca yanlarına gider. Banksy'nin her adımında yanında olur. Sokaklarda her anında yardım eder. Çatıya tırmanması gerekse dahi tırmanır. Çünkü bu onu özgür hissettiren iki tutkusundan biridir. Bir süre sonra Banksy onu Londra'ya davet eder. İşlerini birinin çekmesinden hoşlanmaya başlamıştır. Birine güvenmek istediğinin farkına varır. Thierry, eve kısa süreli döndüğü vakitlerde kendisinin kamera ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafının zeminini saydamlaştırıp bunu çoğaltarak Paris duvarlarına geçirmeye başlar. 

Neredeyse en tehlikeli işlerinden biri Disneyland'a şişme bebek bırakmasıdır. Şişme bebeğin neresi kulağa tehlike geliyor diye düşünebilirsiniz. Banksy, Londra'daki sergisinin hazırlığını yaptığı sıralarda Guantanamo'da terörist olma şüphesiyle hapishanede yatan tutuklular vardı. Bu mahkumların giydiği turuncu bir kıyafeti vardı. Şişme bebeğe de aynı kıyafeti giydirir. Ardından onu Disneyland'ın en işlek fotoğraf çekilen yerlerinden birine koyar. Bunu çektiğini görünce polisler Thierry'i sorguya alırlar ancak o zor da olsa polislerden bir şekilde kurtulur. 


Thierry'nin artık çektiği videoları kurgulayıp belgesel haline getirme zamanı gelmiştir. Uzun süre bununla uğraşır. Hayatın Uzaktan Kumandası adlı filmini Banksy'e götürür:
''Londra'ya gelmek istediğini çünkü filmin bitmek üzere olduğunu söyledi. Yanıma geldi ve DVD'yi uzattı. İşte bu kadar. Film neredeyse bitti. O noktada, Thierry'nin aslında bir sinemacı olmadığını anlamıştım. Sadece elinde kamerası olan akli dengesi yerinde olmayan biriydi. Film bir türlü bitmek bilmiyordu. Bir buçuk saatlik kabus gibi izlenemeyen bir fragmandan ibaretti. Aslında elinde uzaktan kumandasıyla duran  dikkat bozukluğuna sahip birinin kablolu televizyondaki 900 kanalda sürekli zap yapmasından ibaretti. Ona hayatımda böyle bir şey görmediğimi söyledim. Yalanım da yoktu. Birisi sana eserini gösterir ama aslında o eser bomboktur. İşte bu gibi korkunç bir durumla karşı karşıyaydım. Nereden başlasam bilemedim.''
Bunun sonucunda Thierry'nin çektiği videoların ziyan olmaması gerektiğinin farkına varır.  Çünkü bu görüntüler Sokak Sanatı adına çok önemli şeyler taşımaktadır. Thierry ile bir antlaşma yapar. Ona posterler verir. Evine dönüp biraz sanat eseri yapmasını söyler. Hatta küçük bir sergi bile açabileceği konusunda ümitlendirir. Thierry büyük bir heyecanla bu işe sarılır. Çoğu kez Andy Warhol, Banksy, Shepard Fairey'den esinlendiğini büyük bir ölçüde belli eden bir ton çalışma çıkarır. Büyük bir ekip kurar. Fakat bir şeylerin eksik olduğunu düşünür; reklam gibi şeylerin. Shepard ve Banksy'den kendisiyle alakalı bir yazı yayınlamalarını ister. Bunun sonucunda Thierry'nin çalışmaları büyük bir patlama yaşar. Daha sergisi açılmadan bile insanların ağzından adını duymaya başlar. 



Kendisine bir takma isim de bulur: Mr.Brainwash!(Bay Beyin Yıkama) Shepard bu olaya pek ılımlı bakmaz. Ki burada haklı olduğunu düşündüğüm noktalar da var. Banksy, Thierry'e bunu yapmasını söylemese Thierry bu işe kalkışır mıydı, emin değilim. Ekibinin çoğu da ondan nefret etmiş durumdadır. Belgesel boyunca onun hakkında kötü yorumlarda bulunuyorlar. Benim için Mr. Brainwash'in yaptığı şey tam olarak da Banksy'nin tanımladığı gibi.
"Thierry'nin sokak sanatına olan takıntısının onu bir sanatçıya dönüştürme fenomeni ve birçok enayinin bunu yutması kısa bir sürede pahalı fiyatlara birçok eser satması antropolojik olarak, sosyolojik olarak büyüleyici bir şey.''








Sergi sonrası büyük dikkat çeken Mr.Brainwash, kendi çapında bir üne kavuşur. 2009 yılında Madonna'nın Celebration adlı albümünün kapağını bile tasarlar. O erdi muradına, biz çıkalım kerevetine. 



Gelelim bu belgeselin en önemli detaylarından birine. Böyle adlandırmak yanlış olur fakat bu detaylar filmi gizemli bir hale getiriyor. Kimilerine göre bu gerçek bir hikayenin belgeseli yani mockumentary, kimilerine göre ise tamamen kurgulanmış bir film. Thierry'nin öylesine büyük bir sergi yapmadığını söyleyen insanlar da var. Buna karşılık Thierry'e ait olduğu söylenilen görüntülerin canlılığı ve gerçekliği bunu gölgede bırakabiliyor. Shepard ise röportaj verdiği bir dergide belgeselin gerçek olduğunu ifade ediyor. Eğer denildiği gibi her şeyin kurgudan ibaret olduğunu düşünürsek Banksy bu film ile bir yerde yine eleştirisini yapmak istemiş olabilir ki bu da kulağa mantıklı geliyor. Tıpkı ''Obey''in anarşizm ile alakalı bir simgeyken sonradan giyim markalarına düşmesi gibi. Av biz miyiz yoksa Banksy mi, kararsızım. Bu çelişkinin uzun bir süre tartışma konusu olarak kalacağı kesin. 

Uzun lafın kısası, Graffiti ile alakanız bile yoksa izleyebileceğiniz bir film. Filmde çoğu ismi duyuyorsunuz ve film bittikten sonra isimlere biraz göz gezdirmeniz graffiti konusunda bilgi edinebilmeniz için yeterli olabiliyor.