"Akşam,
yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya
baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam,
yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!"
AHMET
HAŞİM / 1921
Kızıllığın
şairi Ahmet Haşim, o zamanlar Osmanlı topraklarında olan
Bağdat'ta doğmuş. Unutulmuş coğrafyada doğmanın laneti peşini
hayatı boyunca bırakmamış. Arkadaşları tarafından "Arap
Haşim" diye dışlanırken o, Çanakkale Savaşı patlak
verdiğinde kimseye söylemeden koşa koşa cepheye gitmiş; belki de
onlardan daha büyük bir vatanperverlikle savaşmış.
Haşim'in ailesi
yaşadığı dönemin ileri gelenlerinden olsa da kaymakam babası
yüzünden eğitimi düzenli değildir. Ta ki Galatasaray Lisesi'ne
gelene kadar...
Ne kadar coğrafya
değiştirirse değiştirsin Bağdat şiirlerinde hep vardır. Bazen
açık açık Dicle kıyılarında dolaşan Haşim, bazen onu
çağrıştıran semboller kullanır. Türk Edebiyatı için
öneminden söz etmeden önce onun trajedisinden söz etmek istiyorum: Hastalığı yüzünden erkenden kaybettiği annesi.
Haşim annesini
12 yaşında kaybetmişti, yani ona en çok ihtiyaç duyduğu
dönemde. Artık anne onun için Dicle kıyılarında gezinti yaptığı
bir kadından çok şiirlerinde yer verdiği ilaheydi. Bu yüzden
şiirlerini açıklarken mutlaka bir yerlerde annesini anımsatacak
bir şey arıyoruz, ki genellikle de buluyoruz. Aslında Haşim
şiirlerinin açıklanmasına karşı. "Şiirde anlam
aranmaz, şiiri oluşturan güzelliktir, ruhtur, estetiktir,
duygudur; anlam değil!" der."Şiir Hakkında Bazı
Mülahazalar" adlı makalesinde de bu konudan uzun uzun
söz eder.
Eğitim hayatına
geri dönelim, Mekteb-i Sultani ( Galatasaray Lisesi ) onun düzensiz
eğitim hayatının son durağı olur. Yatılı olarak devam ettiği
okulda döneminin en ünlü şair-hocalarından ders alır. ( Tevfik
Fikret, A. Hikmet Müftüoğlu vb. ) İlk şiirini yazması da bu
döneme denk gelir. Fecr-i Ati topluluğunun sadık bekçisi "Leyal-i
Aşkım" ı Mecmua-i Edebiyye'de yayımlar. Şiirde açık
şekilde Divan Edebiyatı etkisi görülür. Kırmızı renk Şeyh Galib'ten etkilendiğini gösterir. Okulun son sınıfında
Fransızca öğrenir. Hayal dünyasındaki değişim böyle başlar.
Haşim, yaşadığı evreni farklı şekilde görür. Onun dünyasındaki
renkler önce Servet-i Fünun etkisiyle mavi ve sonra siyah olsa da
olgunlaştıkça kırmızı ve sarıya döner. Bağdat'ın sıcağı
gündüz yüzü göstermez Haşim'e. Akşam ve akşam kızıllığı
bu yüzdendir. Hatta, 1921 yılında yukarıda alıntıladığım "Bir
Günün Sonunda Arzu" şiiri yayımlandığı zaman
kıyametler kopar. Göllerde kamış olma isteği şiirde yer
alabilir mi? Bir insan neden akşam vakti gölde kamış olmak ister
ki ?
Tartışmalar
büyür, Haşim açıklamak için "Şiir Hakkında Bazı
Mülahazalar" makalesini yazar. Ama kimse anlamaz şiirdeki yok
olma isteğini. Haşim'in doğada kaybolmayı dilediğini
duyumsayamazlar. Eleştirenlerin ilgilendiği şey "anlamsızlığı"dır.
Oysa şiir anlamsız değildir! Sadece Haşim'in anlayabileceği
derinliktedir.
Her şeye rağmen
edebiyata yeni bir soluk getirir o, çağdaş şiirin hayallerinin
temellerini atar. Fecr-i Ati'den teker teker ayrılıp Milli Edebiyat
akımına karışan yol arkadaşlarının tersine o 'anlamsız'
şiirler yazmaya devam eder. İlaheleriyle kırmızı semaya bakarak
göl kıyısındaki kendi evreninde dolaşır.
"Ağır
ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi
bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak"
Düzyazıları da vardır
kendisinin. Ama ne hikmettir ki bambaşka bir Haşim vardır orada.
Duygusal Haşim'den eser yoktur. Bir yazısında, süslü uzun
küpeler takıp kürk giyen kadınlara bodur tavuk yakıştırması
yapar. Ayrıca çalışan kadınlara da tahammül edemez. Çünkü
kadınlar gittikçe erkeklere benzemekte ve çirkinleşmektedirler.
“Tırnaklarını
uzatıp sivrilten ve vücudu baştanbaşa tüylü göstermek isteyen
kadın, belli ki insandan başka bir hayvana benzemek için
uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma eğiliminin
sebebleri ne olsa gerek? " ( BİZE
GÖRE / Kürk )
Hazır kadından söz
açılmış, yazımın sonlarına da gelmişken, biraz çapkın
Haşim'den söz etmek istiyorum. Şair hayatının son dönemlerinde, sırf arkasından ağlayan biri olsun diye arkasında gözü yaşlı
bir kadın bırakmak için evlenir. (Kendi açıklaması bu
şekilde). Gençlik dönemlerinde Güzel Sanatlar Fakültesi'nde
Estetik ve Mitoloji hocalığı da yapan Haşim estetik kaygısı
olan bir insandı. Bir gün sevgilisiyle buluşmaya gider. Gözüne sevgilisinin taktığı broş takılır. Ona göre çok zevksiz bir parçadır. O broşu çirkin bulduğu için sevgilisini terk eder. Estetik kaygısının ilk vakası olmadığı gibi son da
olmaz. Bir başka olay şu şekilde anlatılır: Nişanlısının evine
yemeğe davetlidir. Akşam yemeği yenir her şey güzeldir. Yemekte
dolma vardır, Haşim yemeği çok beğenir. Yemek biter evine doğru
gitmek için hazırlanırken kayınvalidesi eline içinde dolma olan bir poşet
tutuşturur. Klasik Türk
misafirperverliği değil mi? Haşim için değildir. Çünkü
Beyoğlu'nu elinde poşetle dolaşmak zorunda olması hiç estetik
değildir. Bu da nişanı atması için gerekli sebeptir.
Küçükken Arapça dışında dil
bilmediği için dışlansa da, o Türkçe'nin en güzel şiirlerini
yazdı. Sembolizm dışında Empresyonizm ve Parnasizm akımı dahilinde eserler verdi. En
güzeli, akşam güneşine yazılan şiirlerin hiçbiri onun
şiirleri kadar güzel olmadı.
0 yorum:
Yorum Gönder