Yönetmenliğini Pawel Pawlikovsky'nin yaptığı İda daha
geçenlerde Avrupa Film Ödüllerine damgasını vurdu. Ödüllerin çoğunu alarak
almadık ödül bırakmadı resmen. Üstüne
Avrupa'da yapılan en iyi film seçildi. Şimdi de Oscar'da 'yabancı dilde en iyi
film' dalında aday oldu. Büyük ihtimal de ödülü alacaktır. Nedenini birazdan
açıklarım... Tabii bu kadar ilgi gören, ödül almış bir film insanın ilgisini
çeker. Şahsen ben de çok merak ettim, nedir bunun olayı diye bir göz attım.
Filmleri konularını okumadan izlerim ki ne izlediğimi bilmeyeyim diye.
Beklediğimden çok daha başka bir şey çıktı karşıma. Birincisi minimalist, siyah
beyaz bir film ile karşılaştım. İşin içine minimalizm girince filme olan bakış
açım değişiyor çünkü minimalist filmler göz bebeğimdir. Minimalist filmler özel
filmlerdir de. Yapımı, tarzı, oyunculuğu her şeyi farklıdır. Yalnız bu film
bildiğimiz minimalist filmlerden de farklı. Bir sinema hocası bu filmi izlese
yönetmen için: şaşırmış yahu bu, der. Kimisi kabul etmez. Godard'lar ya da
Bertol Brecht'ler sevebilir gerçi. Klişe bir konu üzerinden minimalist bir
yaklaşım yapılmış ama çekimler... durun size daha farklı anlatayım.
Konumuz maalesef
klişe. En azından ben artık doydum. Bunu da az biraz eleştireceğim. İda kilisede
rahibedir. Yalnızdır, kimsesi yoktur. Kilise dışındaki hayatı da bilen biri
değildir. Birgün bir teyzesi olduğunu öğrenir ve baş rahibenin izni ile onu
ziyarete gider. Sonrada kendisinin esasında kim olduğunu, ailesinin neden
olmadığı gerçeğini teyzesinden öğrenir. Burası spoiler arkadaşlar... Ailesi yahudi
soykırımı döneminde ölmüştür ama nasıl öldükleri ya da kim tarafından
öldürüldükleri bilinmemektedir. Hikayemiz de bunu anlatıyor; İda ve teyzesi
Wanna film boyunca sorup soruşturarak, gezerek, araştırarak İda'nın ailesine ne
olduğunu bulmaya çalışıyor. Bu sırada İda'nın kilise dışındaki hayata alışmaya
çalışması, teyzesi Wanna'yı tanıması vede esas kimliği ile çatışmasını
izliyoruz. İda'nın değişimi, esas kimliği ile çatışması ilmik ilmik işlenlenmiş
mi onu söyleyemem. Şahsen tatmin olmadım. Konumuz zaten daha önce de yapılmış
bir konu. Aradaki fark minimalist bir yapım olması.
Eleştireceğim, ki bu kelimeyi kullanmayı bile sevmem ama
eleştirilerim var; ilk konu şu: Yahudi soykırımı yaşanmamış olsa biz ne
izleyecektik? Hitler gelmese, böyle bir soykırım olmasa büyük ihtimal Avrupa'da
film sayısında bir azalma olurdu. Her sene bir nazi filmi her sene soykırım
dönemindeki acizlik üzerine filmler yapılıyor ve biz de bunları izleyerek 'oo
çok iyi olmuş' diyoruz. Tahminimce İda'nın da bu kadar ödül almasının sebebi
budur. Oscar'ın da en büyük adayı; hatta Oscar'ı alacağını düşünüyorum. Soykırım
filmleri her zaman iyi iş yapmıştır. Konu soykırım olduğu zaman da filmin önemi
her daim artar. Hele ki Pawel Pawlikowski filmi minimalist çekerek farklı bir
bakış açısı getirmiş. Dram, ajitasyonu çıkararak daha tek düze bir film yapmış.
Bildiğimiz silahlı, patlamalı bir film değil ya da içinde dibine kadar acı
barındıran bir film de değil. Sıradan, yavaş, sakin bir film olmuş. Film
boyunca İda ve Wanna bir arayış içinde, ayriyeten İda kendi içinde de bir
arayış içinde.
Değineceğim 2. konu: yönetmenin tarzı. Pawel Pawlikowski'nin
başka bir filmini izlemediğim için net bir yorum yapmam yanlış olur lakin çekim
tarzı gerçekten enteresan. Şahsen Alexander Payne'nin Nebraska'sını çok daha
başarılı buldum. Hem çekim hem de fotoğraf kadrajlar açısından. Pawel
Pawlikowski sinema hocalarını kızdıracak şekilde çekmiş filmin kimi
sahnelerini. Kocaman kocaman boşluklar. Fotoğraf gibi, kartpostal gibi diyenler
var; Nuri Bilge Ceylan seven herkes eminim bu kadrajları beğenmiştir ama neden?
Yönetmen adayı olarak her açının anlamı bir olduğunu, buna göre belirlendiğine
inanan biriyim ki teknik olarak bu iş böyle işler. Pawel Pawlkowski neden böyle
bir kadrajlama tekniği düşünmüş cidden merak ediyorum. Şahsen gözü rahatsız
eden, yanlış bir çekim. He tabii yönetmen
ne derse odur, kimse laf edemez. Laf edeceksek ilk Godard'tan başlamamız
gerek. Geri kalanlar için şunu söyleyebilirim, ıssız yollar, köy fotoğrafları
seviyorsanız gerçekten hoşunuza gidecektir çünkü görüntüler gerçekten iyiler.
Önünde secde edilesi görüntüler denmiş gerçi o kadar da büyütülmemesi
gerektiğini düşünüyorum. Sadece mekanlar iyi seçilmiş, yerleştirmeler iyi
yapılmış ve de kadrajlar tuvalde bir
resim vari seçilmiş.
Değineceğim 3. konu:
Agata Trzebuchowska. Yani, İda. Agata'nın ilk oyunculuk deneyimi bu. Başarılı
olmuş mu? Olmuş. O katı, dini bütün kadını iyi oynamış. Senaryonun de desteği
ile ha açıldı ha açılacak havasını da vermişler bence. Saçını ne zaman
göreceğiz ya da ne zaman değişecek merakına sokuyorlar filmde bizi. İlk filmi
için gerçekten büyük iş çıkarmış. Tabii ödüllük bir performanstan
bahsetmiyorum, filmin gereğini yapmış sadece. Umarım başarısının devamı gelir
de ekranlarda bol bol izleriz kendisini. Zaten üzerinde durulan bir diğer
karakterimiz de Wanda. Onu da sanırım unutamayacağımız insanlar listesine
ekleyebiliriz. Burası spoiler arkadaşlar... En korkutucu ya da yaratıcı intihar
sahneleri listesi yaparsak şayet Wanda ilk 5'e oynar gibi. Cache'den ve Seven
Pounds'tan sonra gördüğüm en değişik intihar sahnesine sahipti film. Soğukkanlı
olması ürkütücüydü. En başta güzel bir fake atıyor bize Wanda, üşüdüğünü
zennediyoruz ama sonra bir anda hop... Odamız boşalıyor.
Film
ne muhteşem bir son ile bitiyor ne de içinde insanı şoke edecek unsurlar
barındırıyor. İntihar sahnesini saymaz isek çok da abartılacak bir film
olduğunu düşünmüyorum. Açıp, kafa dinlemek için birebir film, o kesin, ne hızlı
bir tempo var ne bir bağırış çağırış. Sakin bir şekilde ilerleyen hikayemiz
var, sonunda bağlanıyor, Ida’nın değişimini izliyoruz, intihar sahnesi ve fin.
Geçen sene Oscar’a aday olan Nebraska ile karşılaştırdığımda filmi, Nebraska
bana göre kat ve kat daha iyi bir film. Ama Nebraska’nın konusu Ida’nın konusu
kadar derin değil. Bir de Ida Avrupa filmi. Boş zamanınızda izlenebilecek hoş
bir film, daha fazlası olduğunu düşünmüyorum.
Özetle…
0 yorum:
Yorum Gönder