29 Temmuz 2015 Çarşamba



26 yaşında olan Kanadalı yönetmen ve oyuncu Xavier Dolan’ı ailesinin
 sanata teşvik etme çalışmaları küçük yaşlarda başlamıştır. 8 yaşındayken J'en suis! Adlı bir filmde oyunculuk yapmıştır. Annesi Genevieve Dolan ise öğretmendir. Babası Kanadalı aktör ve şarkıcı Manuel Tadros’tur. Hatta yönetmenliğini Xavier Dolan’ın yaptığı Tom à la ferme filminde babası bir barmeni canlandırmıştır. Çok kısa süreli bir rolü vardır fakat bu kısa sürede izleyiciye kendini kanıtlamıştır. Ki bence oyunculuk yeteneğini babasından aldığı aşikar.

Annemi Öldürdüm ( J'ai tué ma mère) filmiyle 20 yaşında yönetmenlik kariyerine başladı. Film Maupassant sözüyle başlıyordu.

‘’İnsan annesini adeta nedensizce sever ve bu sevginin köklerinin ne kadar derinde olduğunu en son ayrılık anına kadar anlayamaz.’’


Devamında bir el kamerasıyla siyah beyaz bir şekilde kendisini çeken Xavier Dolan’ı görürüz ve şöyle der:


-Ne oldu, bilmiyorum. Küçükken onu severdim. Hala seviyorum. Ona bakabiliyorum, arıyorum, yanında oluyorum ama oğlu olamıyorum. Herkesin oğlu olabilirim. O hariç.


                    





Bu sözüyle her çocuğun küçükken annesiyle iyi geçindiğini fakat büyüdükçe birbirini anlayamayan insanlara dönüştüğünü anlatmak istemiştir. Aslında başında bütün filmi özetlemiştir. Filmde monolog çekimler bolca vardır. Bu çekimlerin çoğunda annesine söylemek istediği şeyleri anlatır. Kameradan çok annesine sesleniyor gibidir. Filmin sonlarına doğru amacı yerine ulaşır. Annesi videoları izler. Sırayla birkaç tane kelebek, melek heykeller görünür ve ardından film başlar.

Film, bir anne ile oğlu arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır fakat sadece o anne ile o oğuldan bahsetmez. Tüm anne ve tüm çocukları anlatır. Küçükken annesi ve babası boşanmıştır. Çocuk annesi ile birlikte yaşamaktadır. Babası oğluyla pek ilgilenmez ve hatta hiç görüşmemektedirler. Sorunlu bir aileden geldiyseniz izleyince hak vereceksiniz ki filmin her köşesinde oturacak bir yer arayacaksınız. Aklınıza kuşkusuz anneniz ve ailenizle olan ilişkiniz gelecek. Bunların hepsine nazaran bu film sadece anne ile ergen oğlunun hikayesi değildir. İçe bakış ve gerçeklik, ekranın içine sıkışmış durumdadır.

Başrolümüz 16 yaşında Hubert Minel isimli bir eşçinseldir. Okuldan bir arkadaşı ile sevgilidir. Gerçek hayatta da eşcinsel olan Xavier Dolan, filmin otobiyografisi olduğunu bu yolla da dile getirmiş olabilir. Annesinin yemek yeme şeklinden nefret eden ve yanağına bile dokunmaktan kaçınan bir oğul profili vardır. Hubert’ın okuldaki öğretmeni annesinin veya babasının işi hakkında bir şey yazmasını istemiştir. Hubert ise öğretmenine annesinin öldüğünü söyler. İlerleyen zamanlarda bu yalan ortaya çıkar. Filmin isminin doğduğu yer ise bununla bağlantılıdır. Yatılı okula verildikten sonra yazdığı bir denemenin başlığını ‘’Annemi Öldürdüm’’ olarak koymuştur. Annesinin kendinde yer ettiği hislerin özeti bu olsa gerek.


Film boyunca tüm ailelerde olduğu gibi bir karşılaştırma durumu hakimdir. Hubert annesine diğer annelerin böyle olmadığını söyler. Annesi de benzer şeyleri söyler. Tartışırken öbür aileler ile kendi ilişkilerini kıyaslarlar. Annesi genellikle oğluna vurdumduymaz bir tavır sergiler. Bir keresinde Hubert ayrı eve çıkmak için onunla konuştuğunda annesi olumlu cevap verir. Aradan birkaç gün geçer. Hubert konuyu açtığında aslında annesinin onu doğru düzgün bile dinlemediğini öğrenir ve çileden çıkar. Çoğu tartışmasında ondan nefret ettiğini söyler. Bunu öyle bir söyler ki nefretini siz bile hissedersiniz. Tüm bunların aksine Hubert bazen aralarını düzeltmek için çaba gösterir. Sonunda yine başa dönerler ve daha kötü bir tartışma başlar. Kimi zaman bazı yerlerde dul bir annenin yaşadığı zorluklara da kulak misafiri oluyorsunuz.






Babası ile olan ilişkisi de en az annesiyle olan ilişkisi kadar kötüdür. Filmin bir yerinde babası Hubert’ı arar ve beraber yemek yiyip film izlemek istediğini söyler. Evine davet eder. Hubert bu davetinden dolayı çok sevinir fakat gittiğinde evde annesini de bulur. Tüm amaç onu yatılı okula göndermeye ikna etmektir. Babasının bunca yıldır ondan uzak kalmasının verdiği kini bu sahnelerde onun yüzüne vurmak ister. Bu sahnenin son kısmında bir camın kırılışını göreceksiniz. Xavier, Hubert’ın kızgınlığını böyle imgelemek istemiş olsa gerek.





Sevgilisi olan Antonin’den annesinin haberi yoktur. Oğlunun eşcinsel olduğunu bilmemektedir. Lakin Antonin’in annesi sevgili olduklarını bilmektedir ve bu durumu normal karşılar. Hatta görüştükleri yer genellikle Antonin’in evidir. Annesi ile Hubert’ın arası gayet iyidir. Bir solaryum merkezinde Hubert’ın annesi ile Antonin’in annesi karşılaşır. Antonin’in annesi çocuklarının birlikte olduğunu bildiğini zanneder. Bu sebeple ona ‘’Neredeyse 2 aydır beraberler!’’der. Annesi neye uğradığını şaşırır ve uzun zamandır fark edemediği önemli bir şeyi fark eder. Hubert ile birbirlerine artık ne kadar uzak olduklarını.







Her şeye nazaran Hubert’ın hayatında önemli bir yere sahip olan bir öğretmeni vardır. Annesiyle kavga ettiğinde dahi gidip onda kalır. O her ne olursa olsun yanındadır. Aralarında çok garip bir bağ vardır. Onu olduğu gibi kabul eden birkaç kişiden biri de odur. Hubert’ı edebiyata dair bir şeyler yapması için teşvik etmeye çalışır. Hubert’a bir kitap verir, sayfasını söylediği şiiri okumasını ister.

‘’Anne sana itiraf ediyorum
Zaaflarımı sahte bir dünyanın tuzaklarına salmışken
 Tüm mutluluğumu senin şefkatine borçluyum’’


Hubert’ı ailesi zorla yatılı okula yollar. Orada biriyle tanışır ve gece dışarı çıkarlar. Uyuşturucu kullanan Hubert soluğu annesinin kollarında alır. Bütün çaresizliğini, o ana kadar söylemek isteyip de söyleyemediği ne varsa ortaya dökmek ister. Filmde en etkilendiğim sahne buydu. Hepimizin annesiyle bu şekilde konuşmak istediği bir sahnesi vardır. Annesinden nefret ettiğini zannederken özünde ne kadar sevdiğini çok net bir şekilde hissedebilirsiniz. Xavier Dolan’ın buradaki oyunculuğuna da dikkat etmelisiniz. Filmin son kısmı ise Hubert’ın çocukluğuna dönüşüdür. Yatılı okuldan kaçar ve sadece annesinin bilebileceği bir yere gider. Orası çocukken Hubert’ın ve annesinin gittiği bir yerdir. Anne ve oğlun sorgusuz sualsiz yan yana oturduğu tek sahne buradadır. Hiçbir çocuk annesinden tam olarak nefret edemez.










                                 


Etrafında kimse eşcinselliğini umursamıyor gibi görünse de Hubert insanların gözünden kendine bakabildiğini düşünüyordu. Bu farklılık, sıra dışılık onun en büyük sorunlarından biriydi. Bir monolog'da dediği sözlerden bunu rahatlıkla anlayabiliriz:

-Ben küçükken annem ile iki yakın arkadaş gibiydik. İş arkadaşları ona benim çok şımarık olduğumu, kendilerinin çocuğu olsam beni asla tepelerine çıkarmayacaklarını söylerdi. Kırıta kırıta aynen böyle derlerdi. Bu çocuk çok farklı… Sinir şey… Farklıyı böyle söyledikleri zaman zekanı kastetmiyorlar. Kastettikleri şey başka… Bunu takdir etmezler. Nefretlerini de cesurca göstermezler tabii. Annem çoğu zaman bana şöyle derdi. Sen özelsin.

İlk filmi olmasına rağmen en başarılı filmlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Yönetmenin tekniğinin zamanla daha çok geliştiği kesin fakat gerçekçiliğinin bu kadar başarılı olması onu daha da benzersiz bir yönetmen haline getirmiştir. Zamanla kendine has bir tarzı oluşmuştur. Film başta Cannes olmak üzere birçok yerde ödül almıştır. Cannes Film Festivali'ndeki gösteriminden sonra sekiz dakika ayakta alkışlanmıştır. Filmde kullanılan müzikler oldukça etkileyicidir. Resim de önemli bir yere sahiptir. Kıyısında ve köşesinde sanat bulunduran filmlerden biridir. Edebiyata da meraklı biriyseniz ayrı seveceğinizden eminim!


https://www.youtube.com/watch?v=ANj6StScGYU




0 yorum:

Yorum Gönder