17 Temmuz 2015 Cuma

Yazıyı sonuna kadar okumama ihtimaline karşın şunu şuraya koyayım: gidin ve izleyin. Türk sinema tarihinin en başarılı filmlerinden biri olabilir bu film. Filme teşvikten sonra birazcık bilgi verelim: Filmin yönetmeni olan Burak Cem Arlıel’i okulum gereği tanıyordum. Kendisine Türkiye’nin nadir belgesel sinemacılarından biri diyebiliriz. İlk çalışması olan ‘Türk Pasaportu’ 2. Dünya Savaşı sırasında Türk Diplomatlarının Fransa’daki yahudileri kurtarmasını anlatıyor. Almanya'daki yahudilere Türk pasaportu vererek Türkiye’ye getirmeye çalışıyorlar. Konusu ilgimi çektiği ve kendisinin tek çalışması olduğu için merak edip izlediğimde Burak Arlıel’i ‘bu adamı takip et’ listeme almıştım. Görüntü ve çekim açısından üst düzey bir iş çıkarmış. Sanat yönetmenliği, kadraj, ışık gibi bütün sinematografik öğeler harika yapılmıştı. Oyunculuk için tabii ki çok fazla bir şey diyemeyeceğim, bir belgesel film için ne kadar oyunculuk gerekebilir. Lakin içerik gerçekten iyiydi. Daha ilk çalışmasında ilgimi çekmeyi başaran bu yönetmen 2. çalışmasında da 2. dünya savaşı hikayesi ile karşımıza çıkıyor. Yönetmen koltuğunda kendisini gördüğüm gibi sinemadaki yerimi aldım. Hikaye Cengiz Dağcı’nın ‘Korkunç Yıllar’ romanından uyarlanmış. 
Hikaye Gayet Güzel İşleniyor
Filmimiz bir tren istasyonunda başlıyor. Polonya’ya gidecek olan trene binecek olan Maria’yı 2 Alman askeri çeviriyor ve kimliğini soruyor. Kimliğinin sahte olduğunu düşünen Alman askerlerinin elinden Maria’yı bir anda ortaya çıkan Sadık kurtarıyor. Sadık daha yüksek rütbeli bir askerdir. Sadık’ın emri ile kurtulan Maria trenin Alman askerleri ile dolu olmasından dolayı Sadık ile aynı kompartımanda yolculuk etmek zorunda kalır. Hikayemiz de burada başlıyor, Sadık, Maria’ya Türk olmasına rağmen nasıl üst düzey bir Alman askeri olduğunu anlatmaya başlar.
kırımlı-filmi
Sadık en başta Kırım’ı korumak için Ruslar adına savaşan bir asker birliğinin komutanıdır. Sahne belkide ülkemizde çekilmiş en iyi savaş görüntüleri ile açılıyor. Sadık ve askerleri siperde Alman askerlerine karşı savaşmaktadır. Hollywood filmlerinden hiçbir eksiği yok sahnenin. Bir savaş sahnesi için yapılabilecek her şey var; ses efetkleri, görüntü, kameranın sallanması, sanat yönetmenliği. Açıkçası benim çok hoşuma gitti sahne. Daha başından içine çekiyor film, sahnenin kalitesinden dolayı bir beklentiye giriyorsunuz. Savaş maalesef ki Almanların kazanması ve Sadık ile askerlerini esir alması ile bitiyor. Bütün esirler esir kampına götürülüyor. Kampta esirler 2’ye ayrılıyor: ölecek olanlar ve çalışacak olanlar. 2 grup farklı yerlere yerleştiriliyor. Sadık’ın askerlerinden biri olan Mustafa çalışacaklar tarafına alınır fakat 19 yaşındaki kardeşini ölecekler tarafına götürürler çünkü Halil çok hastadır. Hikayemizin temeli zaten 2. dünya savaşında insanların toprağa ve aileye olan sevgisi üzerine kurulu. Sadık Kırım’ı kurtarıp kardeşine ulaşmayı istemektedir, Mustafa da kendi kardeşini ölümden kurtarmak istemektedir.
Filmin çekimleri Bolu/Aladağlar ve Afyon’da kurulan platolarda çekilmiş. Yazımın başında belirttiğim gibi, Burak Arlıel sanat yönetmenliğine çok özen gösteriyor ki esir kampı ve düzeni gerçekten güzel olmuş. Kampın sahte hiçbir yanı yok. Fetih 1453’teki hisarın inşası sahnesindeki taşa vuruyormuş gibi yapan adamdan sonra Kırımlı’nın esir kampı ve düzeni bana ilaç gibi geldi. Gelen bütün esirler kampın yöneticilerinden biri olan Bauer karşısında dizilir. Bauer tüm film boyunca karşımıza çıkacak olan o şüpheli Alman askerini oynuyor. Sürekli planları bozacak olan, hep bir şeylerden kuşkulanacak ve hikayeyi sürükleyecek olan adam. Bauer karakterini Baki Davrak canlandırıyor ki oyunculuğun çok da iyi olmadığı filmde epey göze çarpıyor kendisi. Filme gitmeden önce oyunculuğun çok da iyi olmayacağını esasında biliyordum. İlk çalışmasındaki oyunculukları görünce bu filmde de çok iyi olmayacağını, olamayacağını düşündüm. Sadık’ı canlandıran Murat Yıldırım da fena değildi diyebiliriz. Keza Maria Kozecki’yi canlandıran Muhteşem Yüzyıldan tanıdığımız Selma Ergeç de fena değildi. Yine de bir eksik var filmde. Filmdeki duygu patlamalarının eksikliği benim gözüme çok çarptı. Sanki bazı yerlerde gereğinden az sevindiler ya da üzüldüler. Oyunculuk adına çok bir şey beklemezsek daha rahat izleyebiliriz bence.
2012363-247054302
Sadık’ın esir kampı maceraları iyi yansıtılmış. Esir kampındaki çaresizlik, ölü insanlar çukuru ya da sevilen insanların ölümü sahneleri bence ülke standartlarının üstünde. Ölüm çukuru sahnesinin bir ana akım sinemasından farkı yoktu. Esir kampı sahneleri ve tren arasında geçişler de gayet iyiydi ki bence filmin en çok dikkat çeken yanlarından biri de geçişler. Burak Arlıel işi montaja bırakmamış, çok profesyonel bir çalışma yaparak yapacağı geçişleri önceden hesaplamış ve ona göre çekimler yapmış. Ölüm çukurundan trene geçiş ya da tren sahnelerinden esir kampına geçişler gerçekten fevkalade idi. Sıradan kesmelerden uzak durmaya çalışan Burak Arlıel böylece bizi sürekli etkilemeyi ve filmde tutmayı başarıyor.
Belkide en büyük eleştiri konusu Sadık’ın esir kampından kurtulma hikayesidir. En başta belirttiğim gibi film Cengiz Dağcı’nın ‘Korkunç Yıllar’ adlı romanından uyarlanıyor. Kitabı okumadığımdan bilmiyorum belki 1-2 ufak değişiklik yapılmıştır ama Sadık’ın kurtulma hikayesi beni pek rahatsız etmedi. Savaşta her şey mübahtır ve iyi bir asker kolay harcanamaz. En başta Kırım’ı kurtarmak için Ruslar için savaşan Sadık artık Kırım’ı kurtarmak için Almanlar adına savaşacaktır. Hatta bu durum savaşın ne kadar da saçma olduğunu gösteren bir kesit de olabilir. Ne için kimin için savaştığınız belli değil, sürekli birilerine karşı savaşıyorsunuz ve hayat mücadelesi veriyorsunuz. 
Filmde değinilmesi gereken bir diğer konu da müzikler ve ses efektleri olsa gerek. Müzikler filmin atmosferini yerine oturtturan ögelerdir; foley’ler de filmi gerçekçi kılacak o seslerdir. Kırımlı’da hepsi yerli yerinde. Alışılmışın dışında her sahnede aynı müzik çalmıyor, birden fazla müzik sahnelere paylaştırılıyor. Filmin başındaki tren sahnesinde çalan müzik de gerilim sahnelerinde çalan müzikler de gayet iyi. Kurşun sesleri, çamur sesleri, yaralanma sesleri ve daha bir sürü foley gerçekçi yapılmış. Görüntüler ve çekimlerle beraber filmin başarılı taraflarından biri ses ve müzikler.
2012363-84804297
Son olarak da bahsetmek istediğim, fazla spoiler vermemeye çalışıyorum, açılar. Burak Arlıel kadrajları neye göre seçiyor bilmiyorum ama filmin işleyişini heyecanlı kılmayı başarıyor. Sıradan, tek düze açılardan uzak durup bol bol farklı açı deniyor. Savaş sahnelerindeki hareketli kamera çekimleri, yağ gibi akan jimmy jip çekimleri ve sağlam geniş açı çekimleri ile beni etkilemeyi başardı. Ormandaki at ile kovalamaca sahnelerindeki manzara, sis ve derinlik belkide filmin en iyi görüntüleriydi.  Türk Pasaport’unda çekim tarzı hoşuma gitmişti; yakaladığı hava belgeseli daha da heyecanlı kılmıştı. Aynı tarzı geliştirerek Kırımlı’ya da uygulamış. Hatta dikkatimi çeken bir yanı var filmin, kendisi birçok hoş kadraj yakalamış, kadrajları kendisi de çok sevmiş ki bazı sahnelerde olabildiğince çok plan kullanmaya çalışmış. 1 saniye bile olsa sevdiği çekimleri araya sokarak ‘kullanmadım demem’ demiş gibi duruyor.
Genele Bakarsak
Film Türkiye standartlarının üstünde, etkileyici ve seyirciyi içine çeken bir film olmuş. Fetih 1453 bile bence bu kadar başarılı değildi ki sinemamızda izlediğim en iyi savaş filmi bence Kırımlı. Oyunculuğa vasat dersek geri kalan hiçbir şey sırıtmıyor. Devamlılık, akıcılık gayet iyi. İzlerken filmin kitap uyarlaması olduğunu da bilerek izlemek gerek. Ben bu yazıyı yazarken film ilk 3 günde 133 salonda 28 bin seyirciye ulaşmış. Fazlasıyla düşük bir rakam böyle kaliteli bir film için. Bence, gidip izlenilmesi, desteklenmesi gereken güzide filmlerimizden biri Kırımlı. Yönetmeni Burak Cem Arlıel’i de bir köşeye not etmek gerek. İleride çok önemli bir yönetmen olabileceğine inanıyorum çünkü tek düze bir insan değil, bakış açısı çok orjinal ve yerinde. Neyi, nerde nasıl çekmesi gerektiğini iyi biliyor. Hareketli kameranın nerede olması gerektiğini de biliyor, jimmy jip ile nasıl aksiyon yaratılabileceğini de biliyor kendisi. Figüranların hareketlerinden sanat yönetmenliğine kadar da gayet dolu ve yerinde bir film olmuş. Çerçevenin sağı da solu da gerçekçi, sahte hiçbir yanı yok filmin. Hiç abartmadan gayet ne gördüysem onu yazıyorum. Biraz da teşvik olmasını istiyorum. Sonuçta babamın oğlu değil filmi yapan. Türkiye’de böyle kaliteli filmler yapıldıkça sonuna kadar reklamını yapıp, objektif eleştiriler yapacağım. En başında da dediğim gibi, sonuna kadar okuyamayanlar için not düştüm, sonuna kadar da geldiyseniz, gidip izleyin derim.

0 yorum:

Yorum Gönder