14 Ağustos 2015 Cuma


Bron/Broen, ülkemiz gençliğinin ilk fırsatta kaçacağı ve asla ama asla geri dönmeyeceğini ısrarla söylediği o vaat edilmiş toprakların (Danimarka – İsveç) bağrından kopup gelen bu mis gibi polisiye – drama dizisinin ismidir. Kelime anlamı İsveççe ve Danca’da ‘köprü’ kelimesinin karşılığıdır.  Dizi, iki ülkeyi birbirine bağlayan ve ülke hükümetlerinin her seçim öncesi ‘Avrupa Birliği konuşur, biz yaparız ;)’  tarzında övünmeleriyle akıllara kazınan Öresund Köprüsü’nün tam ortasında, yarısı İsveç yarısı Danimarka topraklarında bir kadın cesedinin bulunmasıyla başlar. İki ülkenin medyasının yoğun ilgisi altında, Malmö Emniyeti'nden Rıza Baba’nın eski öğrencilerinden Cinayet Masası Dedektifi Saga Noren (Sofia Helin) ve Kopenhag Emniyeti Cinayet Masasından adam gibi adam Martin Rohde (Kim Bodnia) soruşturmaya dahil olurlar. Yapılan incelemenin ardından ölü bedenin iki ülkenin sınırlarında yer alsa da maktulün İsveç vatandaşı olması sebebiyle soruşturmayı Saga Noren devralır. Daha sonra yapılan otopside cesedin üst kısmı ve alt kısmının iki ayrı ülke vatandaşı olan farklı insanlara ait olduğu anlaşılır ve böylece Martin Rohle de soruşturmaya dahil olur. Hemen akabinde katilimiz ‘it was just the begining / bu daha başlangıç’  minvalinde ‘toplumsal’ bir mesajı iki ülke medyasına da dedektiflere de iletir ve on bölümlük heyecan fırtınası başlar. (Ne klişe bir kullanım oldu.)

Danimarka Kraliçesi III. Margrethe ve İsveç Kralı Carl XVI. Gustaf’ın sizlere hediyesidir…

Bron/Broen; özellikle ilk sezonuyla, bir diziden daha çok on saatlik uzun bir polisiye film lezzeti veriyor. (Jeneriği yeter be.) Dizi; yarattığı derin karakterleri, özellikle Saga Noren’in asperger sendromlu kişiliği ve Martin’in efsanevi gülümsemesi; bu ikilinin birbirlerini olumlu-olumsuz yönde etkilemeleri, bol bol duyacağınız ve keşke bilsem de alt yazıya mahkum kalmasam diyeceğiniz İsveççe'nin ve Danca’nın kendilerine özgü tınıları, kuzeyin o soğuk, gri ve insanın içini kıpırdatan havası, iyi bir oyuncu ve görüntü yönetimi, fotoğraf kalitesindeki kadrajları, her bölümde ardıl bölümü izleme isteği uyandıran bölüm sonları ve tabiki de jenerik müziğiyle ilk bölümden dikkat çekiyor. 

Sen, kadınım...

Karakterlere gelirsek, Ladies First. Saga Norén; biraz iş kolik, çalıştığı insanlarla hiç samimiyet kurmayan, işten eve evden işe mantığıyla yaşayan bir kadın. Kurallara o denli bağlı ki ortağı Martin’in İsveç sınırları içinde silah taşımasını engelliyor ve kendisi de Danimarka’da silah taşımaktan kaçınıyor. Kendisini tamamen işine vermiş durumda. Üstlendiği bir dosya kapanmadan başka bir işe odaklanamıyor ve yasalar çerçevesinde hareket etmeye özen gösteriyor. İş arkadaşlarıyla diyalogları sadece iş üzerine. Özel hayatında daha önce hiç erkek arkadaşı olmamış ve seks hayatı da sadece dürtülerinin getirdiği bir aktiviteden ötesi değil. Beraber yaşadığı kız kardeşi intihar edince daha da içine kapanmış. Bu olaydan sonra tanık olduğu intihar vakalarında sık sık “İntihar eden kişilerin çoğunun davranışlarında intihar eğilimi görülmemiştir.” cümlesini kullanıyor. Genelde hep aynı kıyafetleri giyiyor, masasının çekmecesinde her zaman yedek bir tişört bulunuyor, üstünü yerinden kalkmadan değiştirebiliyor çünkü kimi zaman masasından kalkamayacak kadar meşgul olabiliyor. Koktuğunu hissetmediği zamanlarda ise tişörtünü değiştirme gereği duymuyor, hiç makyaj yapmıyor ve güzelliğinin farkına varmaktan kaçınıyor. Kendisi otizmin bir çeşidi olan Asperger sendromuna sahip. (Bu dizide hiç bahsedilmeyen ancak belirtileri gösterilen hastalık; sosyal etkileşimde önemli zorluklar, sınırlı iletişim, stereotipik ilgi ve etkinliklerin tekrarı olarak tanımlanan otistik spektrum bozukluklarından biri. )

Abim senin yüzün hep gülsün..

Dizi ilk başlarda Saga üzerinden ilerliyor gibi görünse de sezonun ortasından itibaren Martin ağırlık kazanıyor. Martin, Saga’nın aksine kötü bir polis. Büyük bir boşluk içinde yüzüyor. Saga gibi kurallara bağlı değil. Özel hayatı ise karman çorman. Üç evlilik yapmış, bütün eşlerini aldatmış ve bu evliliklerinden çocukları var.  İyi bir baba olduğu da söylenemez ve belki de bu yüzden vasektomi ameliyatı oluyor. Kadınlara düşkünlüğünün geçmişte başına belalar açmış olmasıyla birlikte Saga’ya ilgisi arkadaşça bir ilgiden başka bir şey değil. Saga’nın marjinal kişiliği Martin’in Saga’yı kendisine yakın bulmasının sebeplerinden birisi. Bölümler ilerledikçe Martin, varlığıyla ister istemez Saga’nın kişiliğine etki etmeye başlıyor. 
(Evet, dikkat ettiğiniz gibi Saga’yı satırlarca anlatmışken Martin biraz daha kısa sürdü bu benim  Saga’ya kişisel hayranlığımın eseri.) 

Go on, do your duty...

Tabii bu güzide dizimiz de her güzel şey gibi Amerikan dizi sektörünün dikkatini çekiyor ve FX kanalında The Bridge isimli uyarlamasıyla seyirci önüne çıkıyor. Amerikan uyarlaması yetmiyormuş gibi (Hadi Amerikan izleyicisi tembel, gidip İskandinav dizisini bulup izlemez anlarım ama) bir de Fransızlar ve İngilizler The Tunnel diye uyarlıyorlar bunu. The Tunnel; iki uyarlama arasında birçok yönden The Bridge’den daha doyurucu bir seri, hem de başrolünde tanıdık bir isim var, Stephen Dillane yani Stannis Baratheon is the one true King of Westeros.

Uyarlamalardan bahsederek konumuzdan şaşmayalım. Ben şahsen uyarlamalardan uzak durarak orjinal dizimizdeki bu tadı bozmamanızı tavsiye ederim. Bron/Broen, ilk bölümlerinde katil zanlısının derdinin toplumla ve bu topluma zarar veren kişilerle olduğu izlenimiyle başlayıp izleyiciyi kendine bağlasa da son üç bölümde ters köşe yapılarak katilin sorununun kişisel olduğunun ortaya çıkması, biraz hayal kırıklığı yaratmıyor değil. Konusunun sonlara doğru yarattığı hayal kırıklığı, iyi yazılan ve mükemmel oynanan karakterleriyle hemen unutuluveriyor. (Bu yazıda uzun uzun Saga Noren övmek isterdim ama söyleyeceğim her şey spoiler olacağından bundan kaçınmaya çalışıyorum.) Başroldeki iki karakterin de hayatlarının arka planı, dünya görüşleri ve kişilikleri bölümlerin ilerlemesiyle paralel bir seyirde yol almaya başlıyor ve birbirlerine birer yabancı olan dedektiflerimiz sezonun sonunda yaşadıkları olayların da etkisiyle kendilerini birbirleri için endişelenen ve birbirlerini olumlu-olumsuz anlamlarda tamamlayan iki arkadaş olarak buluyorlar. İlk bölümden son bölüme kadar azalmayan heyecan, sezon finalinde izleyiciyi senaryonun gücüne ve gerçekliğine hayran bırakarak tavan yapıyor. Böylece ilk başta tek sezonluk bir proje olarak düşünülen dizimiz yakaladığı başarıyla beraber ikinci sezonunu ekrana taşımayı başarıyor.

Saga Noren, länskrim, Malmö

Bu başarıda, dizinin yayınının yapıldığı kanal olan aynı zaman da dizi için hiçbir masraftan kaçınmayan İsveç devlet televizyonu SVT’nin de payının büyük olduğunu belirtmeden geçmeyelim. (SVT beni işe al.) Diziye reklam almayarak, sadece kanalı izleyenlerden para alarak, profesyonel ve hükümetten özerk yönetimiyle iş ahlakı benimseyen İsveç’in SVT’si varken bizim TRT’miz ve Son Çıkış’ımız var. 

İkinci sezonumuzda soruşturmanın kapanmasıyla ve yıkım getiren olaylar sebebiyle 13 ay gibi uzun bir süre birbiriyle görüşmeyen Saga ve Martin yine ortak bir soruşturmada bir araya geliyor. Bu sefer soruşturmanın sebebi kıyıya oturan bir kuru yük gemisi, içindeki esir alınmış insanlar ve damarlarında dolaşan bir Orta çağ virüsü. İlk sezondan farklı olarak, karakterlerimizin hayatlarında bazı radikal değişimler olmuş ama bu, aralarındaki uyumu ya da sizin onlara hayranlığınızı etkilemiyor. Bu sefer ikinci sezonun ilk bölümüyle, gizemin hemen çözüldüğü kötü polisiye romanı izlenimi veren ve ‘bak işte hemen içine etmişler dizinin, hani lan heyecan?!’  diye düşündüren dizi, yine heyecanın süreceğini anlatan bir bölüm sonuyla izleyiciyi yakalıyor. Özellikle ikinci sezonun üçüncü bölümünün ardından izleyici diğer bölümleri daha çabuk izlemek istiyor. İkinci sezon benim için ilkinden daha doyurucu, bunun sebeplerini izleyince siz de çok iyi anlayacaksınız. İkinci sezon da dünya genelinde kitleleri kendine hasta edip, Avrupa pazarlarında 'Saga'nın Deri Pantolonu Geldi' yazıları belirmeye başlayınca kanal başrol oyuncularına teklif yapılacağını ve kabul ederlerse Bahar 2015’de üçüncü sezon için çekimlerin başlayacağını duyuruyor. Saga’mız Noren’imiz Sofia Helin teklifi kabul etse de Martin Rohle rolündeki Kim Bodnia abimiz teklifi reddediyor. (Senaryo açısından mantıklı bir hareket.) Ve, bu yazının yazıldığı şu günlerde kanal Eylül 2015’de dizinin üçüncü sezonunun başlayacağını duyurdu.

Bron/Broen, bizim gibi kuzey ülkelerine hayranlık besleyen, polisiye eksikliği çeken, hem estetik hem doyurucu ürünleri izlemek isteyen ve az kişinin bildiği çok güzel şeyleri arayan insanlar için biçilmiş kaftan. Size arama motorunuza “Bron/Broen 720p İzle” yazarak bu kaftanı giymek ve aşağıdaki jeneriği izledikten sonra ‘ya bu negzel şarkıymış’ diyerek “Choir of Young Believers - Hollow Talk” dinlemek kalıyor. 

Sevgiler.

                                                                              

mail: mehmetcanmicik@gmail.coım
twitter : twitter.com/isupergeil
vimeo : vimeo.com/canmicik


0 yorum:

Yorum Gönder