27 Ağustos 2015 Perşembe


"Akşam, yine akşam, yine akşam

Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!"
AHMET HAŞİM / 1921

     Kızıllığın şairi Ahmet Haşim, o zamanlar Osmanlı topraklarında olan Bağdat'ta doğmuş. Unutulmuş coğrafyada doğmanın laneti peşini hayatı boyunca bırakmamış. Arkadaşları tarafından "Arap Haşim" diye dışlanırken o, Çanakkale Savaşı patlak verdiğinde kimseye söylemeden koşa koşa cepheye gitmiş; belki de onlardan daha büyük bir vatanperverlikle savaşmış.
Haşim'in ailesi yaşadığı dönemin ileri gelenlerinden olsa da kaymakam babası yüzünden eğitimi düzenli değildir. Ta ki Galatasaray Lisesi'ne gelene kadar...
Ne kadar coğrafya değiştirirse değiştirsin Bağdat şiirlerinde hep vardır. Bazen açık açık Dicle kıyılarında dolaşan Haşim, bazen onu çağrıştıran semboller kullanır. Türk Edebiyatı için öneminden söz etmeden önce onun trajedisinden söz etmek istiyorum: Hastalığı yüzünden erkenden kaybettiği annesi.

    Haşim annesini 12 yaşında kaybetmişti, yani ona en çok ihtiyaç duyduğu dönemde. Artık anne onun için Dicle kıyılarında gezinti yaptığı bir kadından çok şiirlerinde yer verdiği ilaheydi. Bu yüzden şiirlerini açıklarken mutlaka bir yerlerde annesini anımsatacak bir şey arıyoruz, ki genellikle de buluyoruz. Aslında Haşim şiirlerinin açıklanmasına karşı. "Şiirde anlam aranmaz, şiiri oluşturan güzelliktir, ruhtur, estetiktir, duygudur; anlam değil!" der."Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" adlı makalesinde de bu konudan uzun uzun söz eder.


    Eğitim hayatına geri dönelim, Mekteb-i Sultani ( Galatasaray Lisesi ) onun düzensiz eğitim hayatının son durağı olur. Yatılı olarak devam ettiği okulda döneminin en ünlü şair-hocalarından ders alır. ( Tevfik Fikret, A. Hikmet Müftüoğlu vb. ) İlk şiirini yazması da bu döneme denk gelir. Fecr-i Ati topluluğunun sadık bekçisi "Leyal-i Aşkım" ı Mecmua-i Edebiyye'de yayımlar. Şiirde açık şekilde Divan Edebiyatı etkisi görülür. Kırmızı renk Şeyh Galib'ten etkilendiğini gösterir. Okulun son sınıfında Fransızca öğrenir. Hayal dünyasındaki değişim böyle başlar. Haşim, yaşadığı evreni farklı şekilde görür. Onun dünyasındaki renkler önce Servet-i Fünun etkisiyle mavi ve sonra siyah olsa da olgunlaştıkça kırmızı ve sarıya döner. Bağdat'ın sıcağı gündüz yüzü göstermez Haşim'e. Akşam ve akşam kızıllığı bu yüzdendir. Hatta, 1921 yılında yukarıda alıntıladığım "Bir Günün Sonunda Arzu" şiiri yayımlandığı zaman kıyametler kopar. Göllerde kamış olma isteği şiirde yer alabilir mi? Bir insan neden akşam vakti gölde kamış olmak ister ki ?
Tartışmalar büyür, Haşim açıklamak için "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" makalesini yazar. Ama kimse anlamaz şiirdeki yok olma isteğini. Haşim'in doğada kaybolmayı dilediğini duyumsayamazlar. Eleştirenlerin ilgilendiği şey "anlamsızlığı"dır. Oysa şiir anlamsız değildir! Sadece Haşim'in anlayabileceği derinliktedir.
Her şeye rağmen edebiyata yeni bir soluk getirir o, çağdaş şiirin hayallerinin temellerini atar. Fecr-i Ati'den teker teker ayrılıp Milli Edebiyat akımına karışan yol arkadaşlarının tersine o 'anlamsız' şiirler yazmaya devam eder. İlaheleriyle kırmızı semaya bakarak göl kıyısındaki kendi evreninde dolaşır.


"Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak"

    Düzyazıları da vardır kendisinin. Ama ne hikmettir ki bambaşka bir Haşim vardır orada. Duygusal Haşim'den eser yoktur. Bir yazısında, süslü uzun küpeler takıp kürk giyen kadınlara bodur tavuk yakıştırması yapar. Ayrıca çalışan kadınlara da tahammül edemez. Çünkü kadınlar gittikçe erkeklere benzemekte ve çirkinleşmektedirler.

Tırnaklarını uzatıp sivrilten ve vücudu baştanbaşa tüylü göstermek isteyen kadın, belli ki insandan başka bir hayvana benzemek için uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma eğiliminin sebebleri ne olsa gerek? " ( BİZE GÖRE / Kürk )

    Hazır kadından söz açılmış, yazımın sonlarına da gelmişken, biraz çapkın Haşim'den söz etmek istiyorum. Şair hayatının son dönemlerinde, sırf arkasından ağlayan biri olsun diye arkasında gözü yaşlı bir kadın bırakmak için evlenir. (Kendi açıklaması bu şekilde). Gençlik dönemlerinde Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Estetik ve Mitoloji hocalığı da yapan Haşim estetik kaygısı olan bir insandı. Bir gün sevgilisiyle buluşmaya gider. Gözüne sevgilisinin taktığı broş takılır. Ona göre çok zevksiz bir parçadır. O broşu çirkin bulduğu için sevgilisini terk eder. Estetik kaygısının ilk vakası olmadığı gibi son da olmaz. Bir başka olay şu şekilde anlatılır: Nişanlısının evine yemeğe davetlidir. Akşam yemeği yenir her şey güzeldir. Yemekte dolma vardır, Haşim yemeği çok beğenir. Yemek biter evine doğru gitmek için hazırlanırken kayınvalidesi eline içinde dolma olan bir poşet tutuşturur.  Klasik Türk misafirperverliği değil mi? Haşim için değildir. Çünkü Beyoğlu'nu elinde poşetle dolaşmak zorunda olması hiç estetik değildir. Bu da nişanı atması için gerekli sebeptir.

    Küçükken Arapça dışında dil bilmediği için dışlansa da, o Türkçe'nin en güzel şiirlerini yazdı. Sembolizm dışında Empresyonizm ve Parnasizm akımı dahilinde eserler verdi. En güzeli, akşam güneşine yazılan şiirlerin hiçbiri onun şiirleri kadar güzel olmadı.

0 yorum:

Yorum Gönder